Kafede, tam da şu anda düşen ufak paslanmış bakırla beraber zümrüt taşı olan bir broş yere düşüyordu. Onunla beraber yere düşen bir kahve de buna eşlik ediyor, ettiği sırada ise iki adam hızla kapıdan çıkmışlardı bile. Geride sadece hızla kapanan kapıyı izleyen birkaç insan, telaşla dökülen kahveyi temizleyen bir garson vardı.
Elinde tuttuğu paspasla yeri siliyordu. Bu az önce patron tarafından çağırılan, neredeyse kovulacak olan William'dı. Mavi-kırmızı renkli paspasla yeri silmeyi bıraktığı sırada yerdeki parlak cisime baktı.
"Hey! James bunu ne yapayım?" İş arkadaşına seslendi.
"O mu? O ne?"
William elinde tuttuğuna baktı. "Bir broş sanırım! Arkasında..." Yazanı okumak için gözlerini kıstı. "Nastyenka yazıyor."
"Bir Rus ismi? Hiç Rus müşterimiz oldu mu bugün?"
"Hayır... Ama Paul isimli bir adam bir Rus'u andırıyordu."
"O değildir bunun sahibi. Neyse ne, kayıp kutusuna koy. Eğer gerçekten değerliyse biri alır onu."
"Tamam..." William elinde tuttuğu broşa baktı. Sonra ise içinden konuşmaya başladı. Bir kadına ait olan bu broş sanki pek fazla şey yaşamış gibiydi. Her anıyı saklayan bir kutu gibiydi, paslı ama değerli. William gülerek broşu cebine koydu. İşi bittiğinde kayıp kutusuna koyardı.
"Chuuya neden gelmedi?" Dazai atölyenin diğer tarafındaki odada duran yatakta dinleniyordu. Chuuya'yı orada bekliyordu ama hâlâ ortada yoktu. Kol saatine baktı.
"Ha? 8 mi saat... Gittiğinde yedi buçuktu."
Yatağından doğruldu, dudaklarını büzerek eskiden giydiği bir paltoyu aldı. İlk olarak gözlerini kısarak karşıdaki kafeye baktı.
Chuuya gözükmüyordu.
"Sakın..." Dazai göğsünde hissettiği daralmayla bir aydınlanma yaşamış gibi Casta Diva'nın kapısını açtı. Aynı hızla ise kapıyı çarptı. Eğer kapının ahşabında insana bahşedilen canlardan birisi olsaydı canının acıdığını söyleyebilirdi.
"Chuuya..." Aslında bağırmak istemişti fakat sesi sadece fısıltılı bir iç çekiş gibi çıktı. Koşarak önündeki kafeye girdi. Az önce şiddetle kapatılan kafe kapısı aynı hızla açıldı. Yine müşterilerin odak noktası kapı ve içeri gelen dehşete düşmüş adam oldu.
"Beyefendi! Afedersiniz..." Dazai göğsünde bir sızı hissettiğinde bunun sorumlusunun kafe çalışanlarından biri olduğunu gördü. Açık kahverengi, dalgalı saçlarıyla gözleri kaplanmıştı. Yüzü bu yüzden tam görülemiyordu. Dazai iki koluyla adamın omuzlarını tuttu ve göğsünden çekti. Yine de omuzlarını bırakmadı.
"O nerede?!"
"Üzgünüm... Ufak bir işim var. Yine de nasıl yardımcı olabilirim?"
Dazai kendini toparlamak amacıyla kafasını iki yana salladı ve gözlerine gelen saçlarını çekti. "Buraya az önce kızıl saçlı kısa bir adam geldi mi? Kahve alması gerekiyordu..."
Garson düşünürmüş gibi yaptı. Verecek bir cevabı olup olmadığını uzun uzun düşündüğü sıralarda Dazai yerinde duramıyordu. Hareketlerini kontrol edemeyeceğini hissediyordu.
"Sanırım gördüm, yanlışlıkla ona çarpmıştım!"
"Sonra ne oldu?"
"Hatırlamıyorum... Ama az önce beyaz takım elbiseli bir adamla karşılaştı sanırım. İkisi biraz bağrıştılar ve en sonunda beyaz takım elbiseli adam kazandı sanırım, diğerinin bileğinden tutarak onu dışarıya doğru çekiştirdi. Az önce de bir taksi çağırdılar ve gittiler."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Casta Diva |Soukoku|
FanficGünahlarım korkunçtu; ama sonsuz bağışlayıcının kolları uzundu, başvuran herkesi bağrına basıyordu. Ve şüphesiz bağışlayıcı benim en iyi seçeneğimdi.