Suç ve Ceza

213 31 71
                                    

Etraf öyle karanlık ki görülebilecek bir şey olmadığı gibi hissedilebilecek bir şey de yok. Gökyüzündeki her bir yıldız Dünya'yı aydınlatmıyor, kendilerini belli ediyorlar sadece.

Belki de yıldızlar değildi geceyi aydınlatan şey, Ay da değildi. Biz sadece onlara inandık. Onların göğü ve yeri aydınlattığına inandık.

Ve şimdi inancı kaybolmuş bir insan kaldırım boyunca tenha caddede yürürken bu yıldızların ışığına inanmıyor. Gündüz olduğunda ise güneşin turunculuğuna inanmayacak, batan güneşte onu öpen adama da inanmayacak, belki o adama verdiği sözü de unutacak.

Elinde tuttuğu, fazlasıyla yıllanmış şarap şişesini tamamıyla bitirdikten sonra yere attı. Şimdi tamamen sarhoştu, ayılınca bu gece ne hissettiğini unutacaktı. Madem ölemiyordu, o zaman duygularını görmeyecekti.

Sokak boyunca bir sürü araba geçti. Farlarından gelen sarı ışıklar yeri aydınlatırken yerde sürüklenen bir kürek belirdi.

Eski, paslanmış ve sürekli sürüklendiği için ses çıkaran bir kürek yavaş yavaş ilerliyordu kaldırımlarda. Sanki zorla götürülen bir çocuk gibi.

Onu sürükleyen genç adam ise sonunda arkasından sürüklenen küreği bıraktı. Upuzun tellerin ardından küreği attı ve ellerine batan dikenli telleri umursamadan o da karşıya geçti.

Küreğini alıp kahverengi orman topraklarının altında yürüdü. Küreğini yeniden sürükledi. Kış ortalarında olmasına rağmen üzerinde sadece siyah, kapüşonlu bir ceket vardı. Elleri az önce kanının sıcaklığıyla ısınıyordu yine de.

Genç adam elindeki küreği yeniden bıraktı. Kürek yere düşerken o da kürekle beraber adete yere düştü. Sisli ve karanlık havada bu ikisini kimse göremedi. Dazai tam arkasında durduğu mezar taşına yaslandı. Kafasını gökyüzüne doğrulttu ve yıldızları göremediği için kendisine küfretti.

Yağmur dinmişti. Onun yerine sis gelmişti. Fakat Dazai'nin gözyaşları yağmurun dinmesine rağmen hala akıyordu. Dazai bunun farkında değildi.

Sonra iki avcunu açtı, kanlı ellerine baktı. Ellerine baktığı sırada ufak damlalar ellerine düştü. O zaman ağladığını fark etti. Hislerini kaybediyordu, ağladığını artık anlayamıyordu.

"Odasaku..." Fazlasıyla titreyen sesiyle konuşmaya başlamıştı. "Bana en son gökte kaç yıldız gördüğümü sormuştun..." Dazai büyülenmiş gözlerle gökyüzüne baktı ve gözyaşları akmaya devam etti. "Hâlâ hiçbir şey göremiyorum..."

"Ama yine de ne var biliyor musun?" Kanlı ellerini daha fazla görmek istemezcesine ellerini toprağa bastırdı. Sonuçta yüzyıllardır bu toprak emiyordu insanın kanını. Bir vampir gibi onca insanın kanını içine çekiyordu. O zaman Dazai'nin kanını da içemez miydi? Yoksa o, bu hayatta her şeyden yoksun bırakılan, bir aileye ya da bir ruha layık görülmeyen bir adam olduğu için toprak da mı ona yüz çevirecekti?

"Senin mezarını ziyaret edebiliyorum. Onun mezarı var mı onu bile bilmiyorum."

"Onunla aynı yerde çalışırken bana yazdığı şiirlerin toplu kitabını getirmiştin değil mi?" Dazai hafif hafif kıkırdamaya başladı.
"İşte senin için bir tane okuyacağım." Genç adam gülerek kitabın sayfalarını çevirdi.

Artık bir amaç duygusuyla uyanmıyorum.
Uyandım ve acı bir şekilde
hayalini kurduğum
her günkü hüzünlü bir sahne...
(Ne oraya yerleşebildim, ne de kaçabildim) Sonra akşam oldu
ve bu dünyanın bir okyanus gibi
olduğunu düşündüm. 
Alacakaranlıkta,
bitkin bir kayıkçının sallanan elleriyle kürek çektiği,
sulu bir genişlik hayal ettim. 
Balık var mı yok mu diye bakarken o yüzeye bakarak yanımdan geçti.

Casta Diva |Soukoku|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin