The Hearse Song

215 34 106
                                    

Yılbaşından bir ay sonraya götürüyorum. Şubat aylarının başında, yağan karlar erirken ve sabahın dokuzunda öğrencilerin yollarda değil, evde olduğu bir güne.

Kimsenin sokakta olmadığı bu günde her zamanki gibi turuncu saçları tel tel boynuna dökülen, burnu kıpkırmızı olmuş biri dışarıda bekliyor. Arada bir üşümemek için ellerini burnuna götürüyor, ısıtmaya çalışıyor.

Yine de bu son bir ay yazan anlatmadı diye, sıradan geçmiş değil. Yılbaşından mı yoksa yeni yıl lanetinden mi bilinmeyen bir şekilde bu bir ay garipliklerle geçmişti.

Fakat bu gariplikler herkesin fark edebileceği türden değil de, paranoyak ya da fazla düşünen bir insanın fark edebileceği şekildendi.

Dazai ve Chuuya bu gariplikleri her ne kadar fark etseler de birbirlerine anlatmamışlardı, zaten birbirlerinin bunları fark ettiklerini de bilmiyorlardı.

Neyse, koyu gri rengiyle boyanmış binanın hemen altındaki posta kutusunun yanında bekleyen genç adam gördüğü kişiyle ellerini yüzünden çekti.

"Hey, Dazai. Beni bu kadar bekletmeni bir borç sayıyorum."

Kahverengili olan umursamazca konuştu. "Varoluşumla size borçluyum lordum. Daha ne?"

"Pluviose ortalarındayken bu kadar sanatsal olmayı bırak." Kızıl olan bir kibrit çıkardı ve ağzına daha yeni koyduğu sigarayı yaktı. "Bu zamanlarda tek konuşabileceğim kitap 'Sefiller' olabiliyor."

*Pluviose: Fransız Devrimi Takviminde 20 Ocak-18 Şubat arasını kapsayan ay ismi

"Bunu 'pluviose' kelimesinden de çıkarmıştım. Chuuya, sevgilim, ben sanatkâr bir adamım. Bilirsin..." Genç adam kızıl olanın elini kendi göğüs kafesinin altına, kalbine doğru götürdü. "Ve bir sanatkâr hissettiği bir şeylerle sanatını yapar."

"Yani sana bir şeyler mi hissettiriyorum?" Gülümsemişti kızıl olan, fakat bu sade ve yalın, doğal ve gerçekçi bir gülüşten ziyade alaycı bir sırıtıştı. "Seni yarım saat dışarıda beklerken bir sürü cenaze arabası gördüm." söze devam etti Chuuya.

"Bugün Trafalgar meydanında bir kaza gerçekleşmiş. Dükkanın birine takmak için gelen camlar düşünce, hayliyle bir sürü yaralı, ölen de olmuş."

"Trafalgar Meydanı ha?" Kızıl olan düşünceli bir şekilde sigarasını içerken yere baktı. Trafalgar meydanında duran, dondurma satan amcaya bir şey olma ihtimaliyle kendi kendini yiyordu. Ona şu an taktığı broşu veren kişinin Dazai olmadığı açıktı ve gerçekleri bilemeden ölmesi Chuuya'nın işine gelmezdi.

Ha bir de, her ne kadar belli etmese de yaşlılara özel bir sevgisi vardı.

"Tch." Yine alaycı bir şekilde gülümsedi Chuuya. "Cenaze arabaları şu sıralar bir garip. İçlerinde taşınmak için fazla gülünçler."

"Yine de..." Dazai kalbine götürdüğü eli bıraktı. "Bir cenaze arabasına gülme Chuuya."

Kaşlarını kaldırdı sigara içen. "Ha? Ölüm... Başlı başına komik bir kelime."

Dazai kafasını boş, sisli gökyüzüne kaldırdı.
"Evet, öyle.
Seni kanlı çarşaflara sarıp toprağın birkaç metre altına görmüyorlar, sen de kurtlu bir turta oluyorsun."

"Bir sonraki ölen sen olabilirsin." Chuuya da gökyüzüne baktı.

"Sor bakalım kendine. Hiç önemseyen olacak mı?" İkisi de beraber söylediler.

*The hearse song, Rusty Cage şarkı sözleri.

Kızıl olan kahverengi olana bu sefer samimi bir gülümseme verdi. Sonrasında sigarasını yere atıp postalıyla söndürdü. Ellerini paltosunun cebine koymadan önce şapkasını düzeltti ve önden yürümeye başladı.

Casta Diva |Soukoku|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin