"Yamaç!!!"
Duymadı, ne isminin zikredilmesini ne de ardından gelen silah seslerini. Gözleri kırmızılığını silip atmış, eski karanlığına geri dönmüştü. Vurulup vurulmadığına bakmadı, sadece yürümeye devam etti; ona silah doğrultan iki adam aynı anda yere yığıldı dönüp bakmadı bile, yürüdü. Sanki aralarında metreler değil de kilometreler varmışçasına yürüdü Yamaç, sanki mesafe hiç kapanmıyordu.
İnsan ulaşmak istediği yere ulaştığında içi huzur dolar, rahatlardı ama bu sefer öyle olmadı, Yamaç için bu sefer ulaştığı yer cehennemi oldu.
Hira'nın yerde hareketsiz yatan bedeninin yanına geldiğinde sanki bacakları ortadan kayboldu, bedeni yıkılan bir ağaç gibi devrildi dizlerinin üstüne. Gözlerini bir an bile kırpmıyordu; sanki gözlerini kırptığı an Hira gidecekmiş gibi hissediyordu, tek bir an bile kapatmadı gece rengi gözlerini.
Sarp ve Ozan Yamaç'ın dizlerinin üstüne çökmesiyle silahlarını indirip aynı anda ona doğru koştular, Hira'nın burada olduğunu bilmiyorlardı; Yamaç'ın yıkılmasının sebebinin vurulmuş olduğunu düşünüyorlardı. Atilla, Halil ve Nihat da onlar gibi var güçleriyle Yamaç'a doğru koştular; hiç kimse Hira'nın orada olduğunu bilmiyordu.
Sarp salonun ortasına geldiğinde Yamaç'ın önünde hareketsiz yatan bedenin ayaklarını fark etti, bir erkeğe ait olamayacak kadar küçük olan ayakları. Yavaşlayıp elini aniden Ozan'ın göğsüne doğru kaldırıp bastırarak onu durdurdu, başını arkalarından gelenlere doğru kaldırıp şaşkınlıktan büyüyen gözleriyle onlara bakarak durmalarını ifade etmeye çalıştı.
Ozan şaşkınlıkla çattığı kaşlarını düzeltemeden gözlerini kısıp Sarp'ın gözlerinin içine bakıyordu, ikisi de aynı ismi düşünmüşlerdi.
Sarp yavaş adımlarla Yamaç'a yaklaşmaya devam etmeye başladı, Ozan da tıpkı onun gibi adımlarını yavaşlatmıştı.
Yamaç dudaklarını araladı, nefesi ağzından içeriye doluyor, acı içinde... acı içinde inleyen bir güvercinin çıkardığı sesler gibi, can çekişen bir insanın inlemesi gibi acı dolu nidalarla geri çıkıyordu.
"Kardeşim."
Duymadı. Duyamazdı ki. Yamaç için bir evren yoktu, gerçek bir dünyası yoktu, normal bir insan gibi yaşayabileceği bir hayatı yoktu; sadece onun için önceden çizilmiş, önceden biçimlendirilmiş önceden hazırlanmış bir yaşam vardı, kendisinin sonradan alınıp tam ortasına koyulduğu bir hayat. Dert etmiyordu, umursamıyordu, bunu biliyordu; ruhu olmayan bir beden gibi yaşayıp o şekilde öleceğini biliyordu.
Ta ki ona bir ruh bahşedilene kadar; Hira İren. Bir dünyası oldu, tam ortasında kocaman mavi gözleri olan bir kadının olduğu bir dünya. Bir hayatı oldu, birini öldürmenin dışında yaşatabilmenin tadına varabildiği bir hayatı oldu. Sevmeyi, sevilmeyi ona yeniden hissettiren bir kadın oldu, bunu sadece tek bir gülüşle gerçekleştiren bir kadın.
Bulunduğu bu evren Yamaç'ın şu an nefes aldığı bu evren Hira'yla kendisine verilmişti; onun göğü içine sığdırdığı gözleriyle, ortaya çıktığında tüm dünyayı aydınlatabilecek bir güneş gibi parlayan gülüşüyle, dünyanın en güzel seslerini bile susturup imrendirecek o naif sesiyle, bu evren Hira İren'le var olmuştu.
Yamaç'ın mavi gökyüzü karardı, hayatını aydınlatan güneşi dünyasından uzaklaştı, Yamaç'ı Yamaç yapan o huzur dolu ses, o hayat dolu bakışlar yoktu. Güneş dünyadan uzaklaştığında ne olur bilirsiniz kaçınılmaz son; saniyeler içinde donmuş bir buz kütlesine dönüşür.
Yamaç Sahir Barlas'ın kalbi buza döndü.
Sarp Yamaç'a birkaç adım daha yaklaştığında yerde yatanın Hira olduğunu görüp aniden durarak sessizce küfür edip dişlerini birbirine bastırdı. Başını arkasına doğru çevirip aşağı yukarı doğru salladı, bu oradaki herkes için yerdeki Hira demekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAZGI:SIR PERDESİ
General Fiction... Hira hızla ona döndü ve iki eliyle Yamaç'ın göğsüne bastırıp iterken "Defol git!" diye bağırıp kolunu kurtardı, sesinde nefret vardı, saf bir nefret. Yamaç onu sert bir şekilde tutmadığı için geriye doğru sendelerken pişmanlık dolu bakışlarla a...