"Abi biz gerçekten..."
Yamaç ona yutkunarak ve kekeleyerek açıklama yapmaya çalışan adamına ateş saçan gözleriyle bakarak "Kes lan!" diye bağırdı.
Adam Yamaç'ın kendisine bağırmasıyla ellerini önünde birleştirip başını eğerek gözlerini kapattı. Yamaç gözlerini içeride gezdirdiğinde adamların yaptıklarından utanır bir biçimde başlarını eğdiklerini gördü ve derin bir nefes alıp işaret parmağını havaya kaldırarak "Tek bir işiniz vardı tek bir tane!" dedi, sesi yüksek ve bezmiş bir tonda çıkmıştı.
İşaret parmağını geri indirdikten sonra sözlerine devam etti.
"Size sadece adamı alın ve getirin dedim, etrafında ne korumaları vardı ne de başka bir şey; siz ne yaptınız adamı elinizden kaçırdınız. Ne halta yararsınız ki siz!"
Adamlar suskunluğunu korurken Yamaç arabasına doğru ilerleyip bagajı açtı. Adamların yerdeki başı bagaja doğru yöneldiğinde gördükleriyle şok oldular.
Sparrow olarak bilinen hacker, Yamaç'ın adamlarından yakalayıp getirmelerini istediği adam, bagajda ağzı ve gözleri koli bandı ile bantlanmış bir şekilde duruyordu. Yamaç adamı bulmaları için emir verdikten sonra kimseye bir şey söylemeden kendi de adamın peşine düşmüştü, bu tür konularda hedefi asla ıskalamak istemediği için işini şansa bırakmak istememişti. Sparrow onu almaya gelen adamları fark edip onlardan kaçmayı başarmıştı ama Yamaç'tan başaramamıştı.
Üç saat önce
Sparrow yolun karşısındaki kafeye gitmek adına önünden geçen son siyah arabanın ardından yola adımını attı. Kafenin önüne geldiğinde kötü bir hissin içinde doğmasıyla durup sanki ihtiyaç duymuş gibi etrafını son bir kez kolaçan edip adımlarını içeriye doğru atmaya devam etti, aslında mutlu ve huzurluydu hem de fazlasıyla; birkaç gün önce yapmış olduğu işin başarıyla sonuçlanmış olmasının rahatlığı vardı üzerinde.
Cam kenarında boş olan bir yer bulup oturmak için ilerlerken yakınında ayakta duran bir garsona yaklaşıp "Bana bir tane cappuccino getir lütfen." diyerek masaya yerleşti.
Laptopunu çantasından çıkarıp masanın üstüne koydu, bir bebeğe veyahut bir sevgiliye nasıl davranılıyorsa öyle davranıyordu Sparrow bilgisayarına. Laptopunun açılmasının ardında yüzüne yansıyan ışığıyla altın sandığına bakar gibi parlamıştı gözleri, güvenlik şifresini gireceği ekranın gelmesiyle klavyeye bir kadına dokunur gibi zevkle dokunup şifreyi yazdı.
"Afiyet olsun efendim."
Garsonun kahvesini masaya bırakıp gitmesinin ardından Sparrow kendini laptopuna daha çok yaklaştırıp yeni işinin temellerini atmaya başladı.
Yaklaşık bir saatin sonunda kafasını laptopundan kaldırıp camdan dışarı baktığında kaşlarını sorgular biçimde çatıp dudaklarını araladı, gözlerini kısıp belli bir noktaya odaklanmaya çalışıyordu.
Gözlerini sabitlediği yerden çekip bilgisayarında tuttuğunda çatılan kaşları havaya kalktı, başının içinde canlanan şüphe sonuçlanmıştı; Sparrow kafeye gitmek için yolu keserken önünden geçen son arabanın karşı yola park etmiş olduğunu fark etmişti.
Önce emin olamasa da arabaya bir kez daha baktığında tüm gün peşinde olduğunu, kendisini çalıştığı küçük çağrı merkezinden beri takip ettiğini anladı. Bir şey belli etmemek adına sakin hareketlerle laptopu kapatıp çantasına koyduktan sonra masanın üzerine kahvenin parasını bırakıp yavaşça kalktı, garsona yaklaşarak "Tuvalet nerede acaba?" diye sordu.
Garson işaret parmağını kaldırıp elini büktükten sonra tebessüm ederek "Giriş koridorundan sola dönüp dümdüz devam edin, solunuza kalacak efendim." yanıtını verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAZGI:SIR PERDESİ
General Fiction... Hira hızla ona döndü ve iki eliyle Yamaç'ın göğsüne bastırıp iterken "Defol git!" diye bağırıp kolunu kurtardı, sesinde nefret vardı, saf bir nefret. Yamaç onu sert bir şekilde tutmadığı için geriye doğru sendelerken pişmanlık dolu bakışlarla a...