Dün gece kanına karışan alkolün yarattığı hafif bir baş ağrısıyla açtı gözlerini Hira, gün ışıkları odasına dolmuştu. Eve gelir gelmez uyumuş, perdelerini kapatmayı bile unutmuştu. Yataktan hemen kalkmadı, önce biraz tavana baktı mavi gözleri sonra bedenini sağındaki komodine doğru çevirdi; bakışları üzerindeki kutuyu bulduğunda hafif bir tebessüm belirdi yüzünde.
'Yolunu kaybetmeni istemiyorum'
Ne anlamlı bir istek, ne anmalı bir cümle ama...
Ne hissediyordu Hira o kehribar rengi gözlere karşı? Yanında mutlu muydu; evet, iyi hissediyor muydu; kesinlikle. Peki ya sevgi var mıydı hislerinin arasında; yalnızca arkadaşça, o zaman aşık değildi demek ki ya da hoşlanmıyordu. Zaten kalp aşıkken bir kez daha aşık olabilir miydi? Hira İren'in kalbi yaşanan her şeye, hissettiği tüm acı ve hayal kırıklığına rağmen hala Yamaç Sahir Barlas'a aitti.
Yamaç...
Onu düşünmek yüzündeki tebessümü adım adım sildi, zihni konuşmaya; kalbi kırgınlıkla atmaya başladı. Ondan duyduğu son şeyi hatırladı zihni: 'Sen fark etmeden seni avucumun içine aldım ve şimdi de kapının önüne koyuyorum'
Bakışları sertleşti, hüznünün yanına öfkesi de yerleşmeye başlıyordu. Ayağa kalktı, önce yatağını düzeltti ardından hala konuşmaya devam eden zihnini susturmayı başaramadan üzerini değiştirmek için dolabına yöneldi.
'Son sözleri bunlar olan bir adam, kardeşini neden benim olduğum bir ortama gönderir; ki bu hayatta Rüya'yı her şeyden daha çok sevdiğini söyleyen biriydi o.'
Sesli düşünmeye başlamıştı, zihninde doğan her bir kelime dudaklarının arasından çıkıyordu. Kaşları belirsizlik ve kuşkuyla birbirine yaklaştı, anlı bunun etkisiyle hafifçe kırışmıştı.
'Çok anlamsız' dedi Hira, dolaptan çıkardığı giysileri yatağının üzerine bıraktı. 'Ne fark eder, onu düşünmeyi bırak artık' dedi içindeki ses. Haklıydı, Yamaç'ı düşünmeyi bırakmalıydı. Hira fark etmiyordu belki ya da belki de fark ediyordu ama umursamıyordu: Yamaç Sahir Barlas'ı düşünmek ne ruhuna ne de kalbine iyi gelmiyordu artık.
Katladığı pijamalarını yatağının üzerinde bırakarak odasından ayrıldı Hira, İren malikanesi beklediğinin yanı sıra oldukça sakindi bugün. Anneannesi geleneksel doğum günü sabahı öpücüğünü vermek için dahi gelmemişti odasına. Merdiven basamaklarını teker teker iniyor gözleriyle etrafa bakınıyordu; kimse yok gibiydi.
Son basamağı indiğinde bakışları önce mutfağa döndü, içeriye doğru yöneldi; kimse yoktu. Sürgülü kapıya doğru ilerleyerek bahçeye çıktı, burası da boştu. Kaşları şaşkınlıkla birbirine yaklaşırken adımlarını yeniden mutfağa doğru atmaya başladı, içeri girdiğine yemek odasına yöneldi.
Yere bastığı son adımın ardından heyecan ve sevinçle "İyi ki doğdun!" sesleri yükseldi, gözleri seslerin kuvveti nedeniyle bir anlığına kapanmış boynu omuzlarının arasına gömülmüştü. Gözlerini geri açarken aynı zamanda dişlerini ortaya çıkaran kocaman bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.
Feryal, Nurgül, Mustafa, Ahmet ve İren konağında bulunan herkes karşısında duruyor, anneannesinin elinde tuttuğu pastanın mumlarını üflemesini heyecanla bekliyordu.
Gülümsemesini hiç bozmadan bir adım yaklaştı onlara doğru, mavi gözleri ışık saçıyordu etrafa. Anneannesinin karşısında durduğunda kendi bakışlarındaki maviliğin aynısı olan bakışlara bakıp yumdu gözlerini, dilek tuttu ve gözlerini geri açmadan üfledi mumlarını.
Mumların hepsi sönünce ve alkış sesleri yükselince açıldı yumduğu gözler. Gülümseyerek, minnettar bakışlarla bakıyordu karşısındaki her yüze.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAZGI:SIR PERDESİ
Genel Kurgu... Hira hızla ona döndü ve iki eliyle Yamaç'ın göğsüne bastırıp iterken "Defol git!" diye bağırıp kolunu kurtardı, sesinde nefret vardı, saf bir nefret. Yamaç onu sert bir şekilde tutmadığı için geriye doğru sendelerken pişmanlık dolu bakışlarla a...