Kaçmak, çoğumuzun yaşamımızın büyük bir bölümünde yaptığı bir eylemdir. Kaçarız; düşüncelerimizden, duygularımızdan, bazen hissettiklerimizden, bazen bildiklerimizden bazen bilmediklerimizden bazense bir insandan. Ya kader... Kaderden kaçar mıyız? Ya da kaçabilir miyiz? Bazen koşarsın ama kovalandığının bile farkında olmazsın; kaçtığını sanırsın ama o daima senin peşindedir. Kader her zaman bir yolunu bulur ve seni yakalamayı başarır.
Elleri ceplerindeydi Yamaç'ın, gözlerini kapatıp başını gökyüzüne doğru kaldırdı; yorgun hissediyordu. Verdiği kararın doğruluğundan emin olmamak onu hep yorardı, Rüya'nın buna ihtiyacı olduğunu biliyordu ama doğru yer ve doğru zaman mı emin olamıyordu. Gözleri hala kapalı ama hala gökyüzüne doğruydu.
"Umarım annenden duyduklarım tamamıyla bir şakadır!" Oğluna doğru yaklaşan adımları da en az kurduğu cümle kadar otoriterdi Atilla Barlas'ın.
Bıkkınlıkla derin bir nefes aldı Yamaç ve aynı bıkkınlıkla başını eğerek bedenini babasına doğru döndürdü; Atilla'nın söyleyeceklerini daha duymadan zihninde işitmeye başlamıştı.
Gece gözleri babasının siyaha çalan keskin ve sert gözlerini bulduğunda yüzündeki yorgunluk ifadesi gitmişti; karşısında savunmasız durmaması gerektiğini biliyordu. Ciddiyeti yeniden belirdi, yeniden bakışlarındaki öfke geri geldi. Atilla'nın cevap bekliyorum bakışlarına karşı kendisinden emin ve kararlı bakışlarıyla karşısında duruyordu.
"Cevap vermeyecek misin?"
"Sana ne söylendi ki?" diye sordu Yamaç. Babasına ne söylendiğini de, onun buna nasıl bir tepki verdiğini de çok iyi biliyordu.
"Rüya" dedi Atilla, sesi hala sert ve otoriterdi. "Akşam dışarı çıkacakmış hem de Ersoy kardeşler ve onların biricik arkadaşları olan küçük İren ile" duraksadı, yüzünde alaycı bir tebessüm belirdi, bir şeyi söylemeyi unutmuş tavrıyla, ki bunu tüm sahteliği ve alaycılığıyla yapıyordu, sözlerine devam etti. "Ha bir de bunlar yetmezmiş gibi Kenan'ın mekanında bir araya geleceklermiş."
Ciddiyeti ve duygusuzluğu hala Yamaç'ın keskin hatları olan yüzündeki yerini koruyordu. "Doğru duymuşsun" dedi, ifadesini değiştirmemişti. Atilla'nın bunları duymaktan hiç hoşlanmadığını, siyaha çalan gözlerinin birer alev topuna döndüğünü görüyordu ama fikri değişmeyecekti.
"Öyle bir şey olmayacak!" diye bağırdı Atilla. Sesi netti, en az oğlu kadar kararlıydı.
Uzun zaman sonra Yamaç'a karşı ilk defa bu kadar net ve kararlılıkla bağırmıştı, bu bağırış etrafta bulunan korumaların başlarını eğmelerine ve onlardan biraz daha uzaklaşmalarına neden oldu.
"Öyle bir şey olacak" dedi Yamaç, istifini hiç bozmamıştı. Babasına nazaran bağırmıyor, öfkesine hakim oluyordu.
Oğluna doğru bir adım yaklaşarak işaret parmağını havaya kaldırdı Atilla, bakışlarındaki öfke büyüyordu. "Sınırlarımız var Yamaç, yıllardır süregelen sınırlar. Bunları geçemezsin!"
"Sınırlar" dedi alaycılıkla Yamaç, ellerini ceplerinden çıkartıp babasının kendisine doğru attığı adıma karşılık bir adım da kendi attı. "Rüya'nın tüm çocukluğunu evde geçirmesine neden olan sınırlar, sözde gittiği Londra tatilini bile yalnızca otel odasında geçirmesine neden olan sınırlar ki onu Londra'ya neden yolladığını biliyoruz, eğitimini okul da değil de şu evin çalışma odasında almasına neden olan sınırlar... Bahsettiğin sınırlar bunlar mıydı yoksa daha saymam gerekiyor mu?"
"Hadi ama!" dedi Atilla, başını bıkkınlıkla hareket ettirip bakışlarını oğlunda odakladı. "Tam diyorum oldu, duygusallığını bir kenara bıraktı ama sen yine en başa dönüyorsun. Bu hayatta duygusallığa yer yok bunu anlaman için daha ne olması gerek!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAZGI:SIR PERDESİ
General Fiction... Hira hızla ona döndü ve iki eliyle Yamaç'ın göğsüne bastırıp iterken "Defol git!" diye bağırıp kolunu kurtardı, sesinde nefret vardı, saf bir nefret. Yamaç onu sert bir şekilde tutmadığı için geriye doğru sendelerken pişmanlık dolu bakışlarla a...