Ege arabayı babasının dört katlı dış cephesi tamamen camla kaplı olan görkemli galeri ve rent a car şirketinin önünde durdurduktan sonra Hazal ile aynı anda başlarını eğip camdan dışarıya baktılar. Hazal gözlerini camdan çekip başını Ege'ye doğru çevirerek sorar bir ifadeyle baktığında Ege direksiyona yasladığı kolunu indirip tek kaşını kaldırarak başını hafifçe aşağı eğdi.
Hazal iç çekip dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra hafifçe tebessüm etmeye çalışınca Ege "Hadi bakalım." diyerek elini kapının koluna attı ve arabadan indi.
"E başlasın o zaman: Wars of stubbornness."
Hazal Ege'nin açtığı kolunun altına girerken sözlerine karşı sessiz bir kahkaha attı. Şirketin fotoselli kapısından içeriye girdiklerinde ikisi de gözlerini içerde gezdirmeye başladı. Gri duvarları olan, gümüş renginin yoğun kullanıldığı, yaklaşık on iki tane son model arabanın dizilip sergilendiği alt katı aştıktan sonra asansöre binerek babalarının odasının bulunduğu kata çıktılar.
Kapıyı çaldıktan sonra Ege kapıyı açarak ilk önce kız kardeşinin geçmesi için eliyle içeriyi gösterince Hazal teşekkür anlamına gelecek şekilde başını hareket ettirerek odaya girdi.
"Evet babacığım, nedir buraya gelmemizdeki sebep?"
Altın varaklı gotik ofis masasında oturan Samet Ersoy çocuklarının içeriye girmesiyle yüzüne parlayan bir gülümseme ekleyerek ayağa kalktı ve kollarını açıp çocuklarına doğru yaklaştı. Kırıklarının sonunda olması nedeniyle parlak koyu kumral saçlarının arasına beyaz saç tutamları seyrek bir şekilde yerleşmişti.
Samet iki çocuğunu da aynı anda kolları altına alıp sardığında Ege bir eliyle babasının sırtını sıvazlayarak "Evet, evet. Sıcak aile buluşmamızı bitirip bizi neden çağırdığını öğrenebilir miyiz artık." dedi.
Samet oğlunun samimi tavrına karşı geri çekilerek önce kızını başından öptü ardından oğluna tebessüm etti.
"Üç gün sonra burada olacak ve sizi görmeyi çok istiyor."
"Evet tahmin etmiştim yine aynı şeyler."
Gözlerini devirerek ve tüm bıkkınlığını sesine yansıtarak kurmuştu Ege cümlesini. Hazal ise ona nazaran daha sakin ve ılımı yaklaşmaya çalıştı babasına.
"Baba, sana olan saygımızın ve sevgimizin ne kadar sonsuz olduğunu biliyorsun; seni asla kırmak istemeyiz ama biz o adamı görmek istemiyoruz ve fikrimiz değişmeyecek."
"Ama o pişman çocuklar."
Ege kaşlarını havaya kaldırıp yüzünü alaycılıkla ekşiterek başını hızla babasına çevirip "Pişman." dedi. Sesi oldukça ciddiyetsiz ve alaycı çıkmıştı.
"Evet, o pişman. Uzun süredir hatalarının farkında ve biz onu affettik."
"Ama biz affetmedik baba ve affetmeyeceğiz. Hiçbir şey, ne bu evrendeki ne de başka bir evrende olan hiçbir şey, hiçbir pişmanlık annemin gözünden akan yaşları unutturamaz. Yer yüzündeki bütün elmas tanelerini önümüze serse bile annemin tek bir göz yaşının telafisi olamaz."
Ege'nin sesi daha önce kimsenin duymadığı kadar ciddi ve nefret dolu çıkmıştı. Hazal abisinin öfkeyle parlayan gözlerine baktıktan sonra sakin kalması için gözlerini kapatıp açtı ve hafifçe tebessüm etti. Ege'nin iyi olduğunu belli edercesine kafa oynatmasıyla babasına yeniden baktı Hazal.
"Baba, abim haklı. Artık bu konuyu bizimle konuşma lütfen. Affettiğinizi söylüyorsun tamam; bunda özgürsünüz. Siz size yapılanları, size yaşattıklarını affettiniz ama biz abimle bize yapılanları affetmiyoruz, affetmeyeceğiz. O adam bunu hak etmiyor. Gelecek mi gelsin, istediği kadar kalsın; gidene kadar eve uğramayız hepinizin içi rahat olur. Ama bizim onun için yapacağımız tek şey bu, üzgünüm."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAZGI:SIR PERDESİ
Fiction générale... Hira hızla ona döndü ve iki eliyle Yamaç'ın göğsüne bastırıp iterken "Defol git!" diye bağırıp kolunu kurtardı, sesinde nefret vardı, saf bir nefret. Yamaç onu sert bir şekilde tutmadığı için geriye doğru sendelerken pişmanlık dolu bakışlarla a...