Üçüncü Kısım İkinci Bölüm

33 6 0
                                    

Herkese selamlaaaar!

Medyaya bölümümüz için bir şarkı ekledim. Claire'den Aiden'a gelsiiin. Bölümden sonra çevirisiyle dinleyebilirsiniz.

İyi okumalar! ^-^






Yıllar hızlı hızlı geçiyor, Elysion'da bir yanda bir şeyler toparlanırken bir yanda her şey paramparça oluyordu. Helga, Claire'in çikolata kahvesi saçlarını tararken bir yerde fabrikalardan birinin atık boruları filtreleniyor, bir yerde hâlâ yakalanmayan cadılar saldırdıkları yerleri taruman ediyordu. Bir yerde kraliyete isyan eden küçük gruplar doğuyor, bir yerde halkla anlaşma yapılıyordu. Bir yerde harmonialar güçlerini kullanamayacak kadar bitap düşüyorlar, bir yerde genç enyalioslar askeri eğitimlerini tamamlayarak Elysion'a taze kan oluyorlardı.

Claire, sırtına saray kıyafetinin kaftanını geçiriyor, o sırada çocuklar yeniden mahallelerine huzurla çıkıp oyun oynuyor, kimisi evine yemek götürmek için oradan oraya koşuşturuyor, kepenk indirenler kraliyetin desteğiyle yeniden kepenklerini açıyordu.

Claire, başına tacını takarken bir sokak arasında birkaç cadı genç bir insanı ya da harmoniayı sıkıştırıyor, yağmalanan dükkânlardan geriye kalan malzemeleri hırsızlar çalıp kaçıyor, liman şehrinden, nasıl kaçtıkları belirsiz ancak niyeti çirkin olan cadılar giriyordu.

Dönüp aynaya baktı. Toplu saçlarının üzerine konan narin taçtan başladı, üzerine oturan ince düz, krem renkli elbisenin eteklerine kadar indirdi gözlerini. Ardından yeniden yukarı kaldırıp yüzüne baktı. Eski, çocuksu ifadesi tamamen silinmişti yüzünden. Gözlerinin kenarlarına küçük kırışıklıklar konmuştu, yüz hatları sertleşmiş, parlak cildi mata çalmıştı ancak bunlardan en zalimi, bakışlarındaki eski ışıltının sönmesiydi. Yorgundu. Artık bu yorgunluğun bir çözümü de yoktu. Tıpkı solup giden bir saksı çiçeği gibiydi, kökleri hâlâ o saksının içerisindeydi ancak çiçek çoktan ölmüştü.

''Bu yıl otuz olacaksın,'' dedi, Helga, sevinçle, Claire'in ayakkabılarını getirirken. ''Buna rağmen hâlâ yüzünü halktan kimseye göstermedin. Dokuz yıl oldu, hiç göstermeyi düşünmüyor musun? Gerçi, uzun süre tahtta kalacaksın, değil mi? Sihirli bir tarihin mi var yoksa?''

Claire, tebessüm etti. Helga, bu tebessümü yaptığı espriden sansa da Claire, onun yaptığı esprinin altında yatan gerçekten habersiz oluşuna hüzünle gülmüştü.

''Evet,'' dedi, sakince. ''Sihirli bir tarih var.''

Claire, aynadaki kadına bakarken Helga, arkasındaki dağılan yatağı toparlıyordu. Kısa sürede işini tamamladıktan sonra ''İşim bitti,'' dedi. ''Seninle görüşmek isteyen ziyaretçilerin var: Diğer ülkelerden elçiler geldi. Ne zaman geleceğini söyleyeyim?''

Claire, başını çevirip kapının önünde duran Helga'ya baktı. Gülümseyerek ''Birazdan,'' dedi. Helga, gülümseyip başını salladı ve odadan çıktı. Kapı kapandığında Claire'in yüzündeki gülümseme soldu, bir süre daha kapanan kapıya baktı, görmek için değil; yalnızca, orada kalan boşluğa hissetmek için baktı. Hayaletlerle yalnız kalışını iyice idrak ediyordu boşluğa bakarak, yalnızlığı iliklerine kadar hissediyordu. Bir sihir numarası gibi kaybolmuştu, Helga. Elbette kapıdan çıkarken görmüştü onu ancak etrafta kimse kalmadığında bunun ne kadar da hızlı gerçekleştiğini düşünmeden edemiyordu.

Aynaya döndü yeniden, otuzuna basmasına günler kalan bu kadının yüzüne bakıyordu başını hafifçe sağa eğip. Düşünüyordu geçmişi, gelmeyecek olan geleceği, bitmesine az kalan zamanı. On sene öncesindeki hâli aklına geliyordu: Ne toy, ne heyecanlı, ne tutkulu, ne de asiydi. Bağırıp çağırırdı, doğrunun peşinden koşmanın tek yolunun duyulmaktan geçtiğini düşünürdü, nasıl duyulursa duyulsun önemsizdi. Sonsuz bir hüznün kapısında yatardı, içine girmek istemezdi ama hiç de ayrılmazdı oradan. Aklı karman çormandı. Yaşamadığı şey kalmamıştı: Atlatmadığı serüven, girmediği ruh hâli...

Bunlara rağmen bir şeyi doğru yapmıştı; kendisinden ne kadar itse, uzaklaştırsa da kendisine iyi gelebilecek tek kişiye nihayet sahip çıkmıştı. Yaptıklarına rağmen, o kişi, yine de nefesini güvenle ensesinde hissettirmişti. Ne kadar kırarsa kırsın kalbinin parçalarını birleştirip yine Claire'e vermişti.

Gençken bundan kaçıyordu; nedenini bilmeden korkuyor, herhangi bir sevginin kucağında tembelleşmek istemiyor, başındaki belanın yaşattığı amansız korkunç duygulara sarılmanın her şeyi düzelteceğini sanıyordu fakat büyüyordu. Büyüdükçe değişiyordu: Zevkleri, istekleri, arzuları, bakış açısı ve daha nicesi. Artık tek isteği huzurlu bir çift koldu etrafını saran. Kaçırmayı başaramadığı için mutluydu.

Ne acı ki, bir yandan da azap çekiyordu, kendini hazır hissediyordu her şeye: Belki en inanılmaz öpücüklere, en inanılmaz saatlere ve belki de bir çift yüzüğe. Aiden'ın aklında bunun döndüğünün farkındaydı.

Bakışlarını eğip boş parmaklarına baktı. Aiden, verdiği yüzüğü hiçbir zaman kendisinin parmaklarında göremeyecekti; görseydi bile kısa süre sonra bu, onun için bir anlam ifade etmeyecekti, çünkü Claire'e dair her şey son kez silinecekti. Ona duyduğu aşk bir kenara dursun, sesini bile hatırlamayacaktı.

Bunları düşünmek Claire'in yüzündeki acının tebessümünü sildi, dudakları titrerken dolan gözlerini kaldırıp yeniden yüzüne baktı aynadaki aksında. Sonundan korktuğu için ağlamıyordu, geride bırakacakları için ağlıyordu. Bu hasarı almamaları için ne yapacağını çok iyi biliyor ve buna güveniyordu da, yine de olası senaryoyu düşünmek bile öyle çaresiz hissettiriyordu ki. Burnunun direği sızlıyordu, her şeyin sonunun geldiğini tam o anda hissediyordu. Git gide dayanıksız biri olduğunu biliyordu. Dışarıdan bakıldığında öyle kudretliydi ki, kimse bilmezdi kapı kapandığında görünen ölüyü. Artık herhangi bir şeyi kaldıramadığının farkındaydı, dinlenmeliydi.

Gözlerine dolan kara kıştan süzülen damlaları elinin tersiyle sildi. Derin bir nefes alıp omuzlarını dikleştirdi. Aklındaki parazit tamamen gücünü yitirmişti; Claire, anılarını eksiksiz geri almıştı. Bu, onun ciğerini öyle yakmıştı ki aklının başında olmadığı günlerine dönebilmek için yakaracaktı neredeyse. Gördüğü onca acı, keder yalnızca kendisinin değil, başkalarınındı da. Sanki herkesin hissettiği acıyı kemiğinde hissediyordu; gözlerine bakıyor, yüzlerindeki sessiz haykırışı izliyor ve kendini bunlarla bıçaklıyordu. Hatırlamak ise bu anıları temelli kazımıştı zihnine. Çakılı kalmıştı oraya, kendini hatırlatmadığı bir anı yoktu.

Dahası, taşın ona ne gösterdiğini hatırlıyordu. Bu, ona tüm evreni hissettiriyordu sanki: Bilinmeyen bir ucundaki süpernovayı, çöken bir yıldızı, karadeliğe çekilen bir başka yıldızı, diğer gezegenlerdeki sesleri, her bir canlının nefes alıp verişini, kalbinin atışını, rüzgârın çığlığını, ateşin kavuruşunu, toprağın yumuşak ıslaklığını; okyanusun, denizin kıyılara nasıl çarptığını; nehrin akışını, şelalenin sesini, su birikintilerinde yüzen canlıları... Öyle muazzam ama dehşet verici bir histi, o an bu vücuda bürünmüş kuvvetin ve gücün ne denli inanılmaz olduğunu hissetmişti.

İnanç, bir keresinde ona '''Taşıyıcının' köprü olma ihtimali var mı?'' diye sormuştu. Claire, o zamanlar bunun aradıkları şey olmadığını düşünmüştü ama yanılmıştı. İnanç, haklıydı. Claire, koskocaman bir uyduydu. Evrenin ucuna dek ulaşabilecek devasa bir uyduydu.

Nihayetinde bu uydunun geldiği bir yer, sahip olduğu bir aldatmaca vardı. İşte, tüm bu zaman boyunca saldırmasının sebebi buydu. Claire'i acınası bir hiçliğin içine hapseden sebep bu aldatmacaydı. Hapsolma sırası ise ondaydı.

Element: HayaletHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin