Birinci Kısım Bölüm On Bir

62 6 5
                                    

Birinci kısmın finaline adım adııım ilerliyoruz. İkinci ve özellikle üçüncü kısım için ben aşırı heyecanlıyım. Siz birinci kısmın bitimine yaklaşırken ben de üçüncü kısmın son bölümlerini yazıyorum. Gözlerim kalpcik kalpcik... 😍

İyi okumalaar! 🤩

Claire

20 Aralık 2019

''Çok sıkıldım, biliyor musun?''

Annemin karşımda böylesine gamsız durması, duruma olan öfkemi kamçılıyordu. Aslında ufak bir uyarı için buraya geldiğim söylenemezdi, tamamen sarayı yıkmak için de gelmemiştim. Beni buraya iten şey neydi? İçine battığım çamurdan mı sıyrılmaya çalışıyordum, hayatı yeniden yakalamaya mı gayret sarf ediyordum? Hayır, derinlerde bunun sebebini bilhassa biliyordum: Tekrar görmek istemiştim, o haftadan geriye kalanı, geriye bıraktığımı. Tekrar görmek, tekrar aynı yarayı tırnaklarımla deşmek istemiştim.  Her şey git gide kötüleşiyor, ellerimden çoğu şey bir bir kayıyordu. Yaptığım tek şey bunu izlemek olmuştu. Eğer dışarıdan bir göz olsaydım çektiğim ıstıraptan keyif aldığımı öne sürerdim. Yaptığım buna eviriliyordu, çabaladığım her şey ise hızlıca geriye gidiyordu. Ben bir adım ileriye atıyordum, fırtına beni on adım geriye sürüklüyordu sanki. Başlangıç çizgisi yakında gözle görülmeyecekti ve bu fırtınanın sorumlusu da yine bendim.

''Ben de çok sıkıldım, sen biliyor musun?''

Gözlerimi kısıp yüzünü inceledim. O an düşündüm: Neden çabaladığımı, neden anlaşılmak için debelendiğimi, neden burada olduğumu, neden her şeyin beni bulduğunu, neden tüm bunlardan kaçmak istediğimi ve kaçamayacağımı. Durum gözümde elektrik kablolarının sonsuz kez birbirine dolanmasına benziyordu. Her bir kablo hayati önem taşıyordu ve bu düğümün çözülmesi için birinin ya da birkaçının heba edilmesi gerektiğini anlayabiliyordum karmaşıklığa baktığımda. Bu noktada olmamak için hayatımı vermeyi göze alabilirdim. Karar vermeyen tarafta olmayı, şahıslardan ve onların kendi çıkarlarında uzakta kalmayı çok isterdim. Bir adada tek başıma yaşamak fena bir fikir değildi.

Daha nicesi aklımda dolanıyordu ancak annemin yüzüne baktığımda onun için benim yaşadığım düşüşün hiçbir anlamı yoktu. Taç benimdi, koltuk benimdi ve ülke benimdi. Düşmanlarım belliydi, safım belliydi, silahım elbette belliydi. Gücün kaynağı baskı kurmaktı; zalim olmak, kendisine laf söz ettirmemek ve yalan samimiyetlerle insanları kandırmaktı. Eğer benim yerimde olsaydı kim bilir neler yapardı. Sahip olduğum bu ekstrem yeteneklerin kullanımının asla sonunu getirmeyeceği aşikârdı. Elysion'ın ayını parlatmak için elinden geleni yapardı.

''Senin bu ukalalığın,'' dedi, tehditkâr bir sesle. Konuşmadığımdan kendine konuşmayı hak tanımıştı. ''Kaybolmuşluğun, kendini bilmez tavrın ve gereksiz merhametin hepimizin sonunu getirecek.''

Uzun süredir bir kızgınlığın esiri olduğunu görebiliyordum. Patlamak için an kollamıştı, ben ise kendimle ilgilenmekten çevreme bakacak fırsat bulamamıştım; hoş, çevreme baktığımdan beri bu haldeydim ya... Yine de herkesin bana karşı bu denli öfke biriktirip biriktirmediğini sorgulamaya başlamıştım. Gözlerimin önünde sinekler uçuşmaya başlamıştı, uzun süredir doğru düzgün beslenmemeye yine de iyi dayandığımı söyleyebilirdim.

''Şu hâline bir bak!''

Öfkesi her kelimesinde biraz daha artıyordu, patlamaya hazır bir volkanın yanına gittiğimden habersizim. Kelimeleri lav gibi üzerime yığıyordu, kendimi o kadar her şeyden uzak ve bitkin hissediyordum ki bu lavlar tenimi yakamıyordu, hissetmiyordum. Öylece dikilmiş söylediklerini duyuyordum, dinlemiyordum.

''Çatlayan dudaklarına, solmuş rengine, çökmüş yüzüne... Kim bilir kaç kilo kaybettin? Karşımda bir kemik torbası dikiliyor sanki! Gözlerinin parlaklığı solmuş ama sözde kraliçesin! Senin yerine ben ültimatomlar göndertiyor, ben ülkedekileri hizaya sokmaya çalışıyorum! Sen neredesin peki? Battaniyenin altında her gece ağlıyor musun?''

Kaşlarımı kaldırdım. ''Aynen,'' diye mırıldandım, soğuk bir sesle. ''Ben de tam bunun için geldim. Benim yerime konuşmayı bırak.'' Annemin genelde içinde bulunduğu sakinliği karşısında az önce artan sinirim yel olup uçmuştu. Annem ile rolleri değiştirmiştik demek isterdim ancak onun bile şu halim kadar sakin olduğunu görmemiştim.

Öfkesinin alevini göz bebeklerinde görebiliyordum. Köpürmüştü köpüreceği kadar. Sınırlarını zorladığım aşikârdı. Pek umurumda olduğu söylenemezdi. ''Bu koltuğa seni boş bırak diye çıkarmadım. Hangi cehennemde ne yaptığını bilmiyorum; bildiğim, kaybettiğine ağlamanın vakit kaybı olduğu. Sen kraliçesin, otoriteyi sağlamak zorundasın. Yapmadığın takdirde ben yapacağım.''

''Hangi vasıfla?''

İfadesiz sesimle sorduğum soru, onu afallatmıştı. Konuşurken bana öfkeyle salladığı işaret parmağı havada asılı kalmış, gözlerinde soru işaretleri belirmişti. O sustuğunda bir soru daha sordum: ''Kraliçeyim, sen kimsin?''

Eski kraliçe bir süre sonra küçük bir kahkaha attı; bu, onun kaslarını gevşetmeliydi ancak sinirden seğiren göz kapağını saklayamıyordu. Ne olursa ya da kim olursa olsun bu kraliyet ailesinin içinde büyümüş birinin otorite sevdası ve hep güçlü olma isteği bir doğum lekesi gibi onlara yapışıp kalıyordu. Kültürel kod denen şey, gerçekten gücünü gösteriyor, beyni esir alıyordu. Bu da onun kültürel koduydu: Hep otorite sende!

''Seni oraya ben çıkardım, Kiara,'' dedi, sakin kalmaya çalışarak. Başarısızdı, sinirden titreyen sesi onu ele veriyordu ve kendini ele vermek pek sevdiği bir yanı değildi. ''Eğer yapamazsan nasıl indirebileceğimi biliyorsun.'' Yüzümü ufak bir gülümseme sardı. Ona doğru yaklaşıp dimdik karşısında durdum. Kulağına doğru hafifçe eğilip alayla sordum: ''Birilerinin seni küçük görmesi ve sana istediğini yapabilecek konumda olması nasıl bir hismiş?'' Geri çekildiğimde kapıda sabitlediği bakışlarının gittikçe donuklaştığını gördüm. ''Senin ve diğerlerinin halkına yaptığı buydu.''

Geri birkaç adım attım. Yüzüne çarpılan gerçekten rahatsız olmuştu, mutsuzdu; ne yazıktı, ben de böyle korkunç ve çirkin bir anne çocuk ilişkisine sahip olduğumuz için mutsuzdum. Hiçbir şeyi böyle hayal etmemiştim. Yirminci yaşımı böyle hayal etmemiştim, ailemi böyle hayal etmemiştim, ellerimde kimsenin görmediği kan izlerinin olacağını aklımın ucundan geçirmemiştim. Sahip olduğum her şeyden iğrendiğim ve kaçıp gitmek istediğim bir ruh halinin içerisindeydim. Hiçbir şey ve hiç kimse bana iyi gelmiyordu ve gelmeyecekti. Claire'i çoktan öldürdüklerini hissediyordum, tanımadığım bir ruha itilmiş gibiydim. Ölü bir bedeni başkasının ruhuyla yaşatıyordum bir nevi. Bu yaptıklarım ve gördüklerim ben değildi, çok değil; bir sene öncesiyle kıyaslarken çoktan öldüğümü görebiliyordum. Sadece mezarım yoktu.

Eski kraliçenin ürpertisi bedenini titretmişti, donuk bakışları yeniden beni bulduğunda ''İşinin başına geç, yoksa o tacı senden alırım,'' dedi, soğuk fakat ürkek bir sesle. Gülümsedim. ''İşime karışma,'' diye mırıldandım. Geri geri adımlarken cümlemi bitirdim: ''Seni saraydan sürerim.''

Bu konuşmayı sürdürmek benim için işkenceden başka bir şey değildi. Yaşadığım ve hissettiğim her şey artık gözümde bir işkenceye dönüşmüştü. Bu histen nasıl kurtulacağımı ya da kurtulmak isteyip istemediğimi bilmiyordum. Belki de bunun kilit noktası buydu: Neyin içerisinde olduğunu bilmek ancak çıkış yolunu bilmemek. Beni dibe daha çok çeken şey uzanacak dalın hangisi olduğunu ya da böyle bir dalın olup olmadığını bilememekti.

Saraydan çıkmak için son merdivenleri inmeye başladığımda merdivenin sonunda oturan arkadaşlarımı gördüm. Beni gördüklerinde toparlandılar ve ayağa kalkıp iki yanda dizildiler. Yanlarına ağır ağır inerek ulaştım. Farklı bir yeniden buluşma anı düşlemek isterdim: Daha samimi, daha içten ve bol kahkahalı. İçimin bu kadar öldüğünü ve diğerlerinin de bu cesedi gördüklerini bu denli duyumsamak derin, dertli bir sesli nefesi dudaklarım arasından kaçırmama sebepti. Buruk bir gülümsemeyle ''Sizi özledim,'' diye mırıldandım. ''Biz de seni,'' diye karşılık verdi, Aida. Uzanıp omzumu sıvazladığında sırtına iki kez hafifçe vurdum ve başka bir şey demeden saraydan çıktım.

Element: HayaletHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin