Birinci Kısım Bölüm On Üç

49 5 6
                                    

Neden bilmiyorum, bu bölümü bayağı beğendimm, umarım siz de beğenirsiniz.

İyi okumalar!! ^-^ ❤️

Claire

25 Aralık 2019

Bir şeyleri yoluna koymanın imkânsız olduğunu düşünmeye başlıyordum artık, hatta düşünmekten ziyade buna inanıyordum. Koskoca bir labirentte dolanmak gibiydi. Köşeden her dönüşümde 'Şimdi çıkacağım, şimdi buradan kurtulacağım,' diyor ancak büyükçe bir yanılgıya tosluyordum. Duvar, karşıma her çıktığında umudum biraz daha örseleniyordu. Nihayetinde, artık sebebini bile bilmeden benzer koridorlar arasında yürüyor ama çıkışı görmeyi beklemiyordum. Aramaktan yorulmuştum. Yine de içimde bir kıpırtının dahi bulunmamasına rağmen hâlâ ayaklarım ağırlıklara bağlanmışçasına sürüklenerek ve zorlanarak ileriye adım atıyordu. Artık kurtulmayı aramıyorsam neden sallana sallana, kollarım önümde, omuzlarım düşük ve sırtım bükük yürüyordum? Kilometrelerce uzaktaki kırık ışığın varlığını mı hissediyordum? Bana bir hayal gibi dokunuşunu mu hissediyordum?

Artık hissettiğim şeyleri de bir yerde umursamamaya başlamıştım, belki de her şeyi değil ama hissetmekten sıkıldığım şeyleri. Sadece somut olan hiçliğe tutunuyordu aklım ve bunun yalnızca beni değil, herkesi kapsadığına dair ürkütücü bir hisse kapılmıştım. Eve dönerken insanlardan duyduğum o cümleler beni daha da yıldırmıştı.

''Yeni kraliçe felaket getirdi.''

''Onun varlığı bizim ölümümüz demek.''

''Gittikçe kötüleşiyor, saray daha fazla vergi almaya başladı.''

''Kraliçe kendi keyfi için bizi sefil ediyor.''

''Eskisi bile daha iyiydi.''

Daha nicelerini duymuştum böyle. Özellikle biri vardı ki, durup ağlamama sebep olacak kadar canımı yakmıştı dedikleri. Kırklarının başında perişan bir hâldeydi. Geçtiğim sokaktan bu cümleleri duyarken beni tanıyorlarmış gibi hissetmiş, yürürken iyice küçülmüştüm, tam o sırada aniden karşıma çıkmıştı. Eski elbiseleri, yüzündeki acı ve ellerinin bana dokunurken titreyişi benim için bardaktaki son damlaydı.

Karşıma aniden fırlaması başta irkilmeme sebep olsa da devamında ellerinden tutup bir kaldırımın kenarına oturtmuştum, adım atacak hali kalmamıştı biçarenin. Ağlayarak konuşmuştu, dedikleri yer yer kaysa da ne demek istediğini çok iyi anlamıştım ve ilk kez anlamak istememiştim. Duyduklarımdan sonra sağır olmayı, hatta yok olmayı dilemiştim.

''Çocuklarım öldü,'' demişti. Anlattığı kadarıyla üç çocuğu vardı. O bir haftalık saldırı patlak verdiğinde büyüğü ve ortancasını öldürmüşlerdi. En küçüğü ise yaşadıkları fakirlikten hastalanmıştı, yeterli besin alamıyorlardı. Eşi vefat ettiğinde bu olaylar henüz yaşanmamıştı, haliyle epey olmuştu. Üç çocuğuna tek başına bakıyor, bir yandan da çalışıyordu sanırım. Büyük ihtimalle artık o işe de sahip değildi. Çalıştığı yeri büyük bir çaresizlikle savurganca işaret etmişti, artık göstermenin bir anlamı yokmuş gibi. Bu tavrı bana kovulduğunu düşündürmüştü. Diğerlerinin de dediği gibi yapılmamasını söylememe rağmen annemin işe karışması sarayın vergileri arttırmasına sebep olmuştu. Bu da fakirlik sınırını iyice arttırıyordu.

O, anlattıkça ağlıyordu; ağladıkça anlatıyordu. Hepsi yarım yamalaktı, bölük pörçük kelimelerden ve yarıda hıçkırıklarla kesilen cümlelerden anlayabildiklerim bunlardı.

O sırada sokaktan insanlar bir aşağı bir yukarı geçiyordu. Herkes bitkin ve solgun görünüyordu, yine de çalışmak için gayret gösteriyorlar, bakışlarını şapkalarının altında, başlarını ise önlerinde tutuyorlardı. Bunu fırsat bildim. Öylesine acıtmıştı ki içimi, ona yardım etmek istemiştim. Gözlerini gözlerimle buluşturması için elimi çenesini yerleştirip bana bakmasını sağladım. Kahverengi gözlerindeki acı yerini boşluğa bıraktığında ''Sana verdiğim adrese git, Aiden'ı bul! Benim yüzümü ise tamamen unut!'' diyerek aklına hem yapacaklarını hem de adresi yerleştirdim. Ardından o ayılmadan birkaç saniye önce hızlı adımlarla gölgelerin arasına sığındım. Kadın afalladı, etrafına bakındı acı dolu yaşlı gözleriyle. Olan biteni anlamaya çalışıyor, yanından aniden kaybolan kişinin nereye gittiğini çözmeye çalışıyordu. Fayda görmeyince aklına bir şey gelmiş gibi durdu bir an, o an kısa bir süre içinde gözlerinde parıltılar oynaştı. Bu umudun somut bir haliydi. Heyecanla yalpalayarak kalktı ve hızlı adımlarla zihnine nereden yerleştiğini içten içe sorguladığından emin olduğum o adrese doğru yola koyuldu. Cebimden telefonumu çıkarıp Aiden'ı aradım. Kısaca durumu izah ettiğimde durumu hemen göğüslendi. Bu, benim içime biraz olsun su serpse de yangınımı söndürmüyordu. Kim bilir daha nice insan vardı bu durumda olan, açıkçası daha beterinin olduğundan bile emindim. Her şey tepetaklak olmuştu.

Telefonu kapattığımda o sokak arasında gölgelerin arasında sessiz sessiz uzun süre boyunca ağladım. Bunların hiçbiri olmak zorunda değildi, kimse böyle yaşamak zorunda değildi. Başkalarının yaptıklarının cezasını suçsuz insanlar çekmemeliydi ama çekiyordu. Benimse elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Birkaç gündür bu anıyı tekrar tekrar aklımda oynatıyordum. Uzun süreden sonra ilk kez geçmişi hatırlamak için bu kadar delirmiyordum. Sadece o kadını düşünüyordum. Bugün sabah saatlerinde Aiden'dan olumlu bir geri dönüt aldığımda bu uyarımı saraydaki herkese, bilhassa anneme iletmesini istemiştim: ''Saraydaki tüm giderler minimuma indirilsin ve halka ödenek olsun.''

Bana verdiği karşılık ise bir şekilde daha çok düşünmeme sebep olmuştu: ''Söylerim ama sana ihtiyacımız var.''

Bu, aslında bu sabah uyandığımda şekillenmiş olan cümlemin bana bir gösterimiydi ve ben, bunu kolayca kavrayabilmiştim. Bu acı, ben bu eve kök saldıkça sürmeye, daha da acıtmaya devam edecekti. Kurumuş bir elin çatlaklarının müdahale edilmedikçe yayılması gibi, yarayı genişletecekti. Bir kanser hücresi gibi her yere yayılacak, acı içinde öldürecekti. Geri dönüşü olmayan bir şeye evirilecekti.

Tam bu anda bir karar vermem gerektiğinin farkına varmıştım ve farkına vardığımda o kararı çoktan aldığımı da görmüştüm. Bu akıl, benden çoktan gitmişti. Her şeyi kaybetmiştim. Bana dönecekti, zorla döndürecektim. Çünkü hissediyordum, bir yerlerde bu çektiğimiz acıların tek sorumlusu vardı: Ne cadılardı sorumlu olan, ne harmonialar ne de enyalioslar. O sorumlunun sesini kâbuslarımda ya da günün belirsiz bir saatinde aniden kulağımın ardında bir fısıltı şeklinde duyuyordum. Yakıcı enerjisini tenimin altında hissediyordum. Sahip olduğumuz şey her nereye gidiyorsa günün sonunda bana gelecekti ya da ben ona gidecektim ama bir şekilde biz bir araya gelecektik ve ben, o suçlunun ne ya da kim olduğunu öğrenecektim. Devamında ne pahasına olursa olsun durmak gibi bir gayem olmayacaktı.

Böylece kararım gittikçe kesinleşti. Bakışlarımı duvardaki yuvarlak saate çevirdim. Akşamüzeri beşi yirmi beş geçiyordu. Saniyeyi gösteren okun dönüşünü izledim birkaç dakika, her dönüşünde yelkovan 'tık' sesiyle yer değiştirdi. Yelkovan ve akrep tam altıya geldiğinde sesle aynı anda elimdeki kupayı masaya bıraktım.

Element: HayaletHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin