İkinci Kısım On Sekizinci Bölüm

34 5 1
                                    

Merhabalaaaar! 

Serinin sonuncusunun son kısmı olan üçüncü kısma geçmemize çoooook az kaldı desem mi?

Yaklaşık beş ya da altı bölümümüz kaldı. Sonrasında üçüncü kısımla final bölümlerine geçiyoruz.

Çok heyecanlıııı, bakalım neler olacak!

İyi okumalar efendim! ^-^




Eva ve Belda yan yana yürürken Suzan, birkaç adım arkalarında, tam da şu an kaçsa neler olabileceğini kestirmeye çalışıyordu. Belda onu yakalayabilir miydi? Kesinlikle yakalardı. Peki, yakalamak ister miydi? Kendisini o kadar değerli görmemesi gerekti, Eva onunlaydı, artık kendisine ihtiyaç duymamalıydı.

Açıkçası lafı gelmişken, işin en çekindiği kısımlarından biri de buydu: Eva'nın onlarla olması. Yüzü annesini o kadar andırıyordu ki, bir an ona dönüp baktığında sanki arkadaşının yüzünü görüyordu: Yıllar önce onun ihaneti yüzünden ölen can dostum dediği arkadaşını. Bu kadar acıtmaması gerekiyordu; çünkü o zamanlar acıyı, kendi hayvani istek, arzu ve dürtüleriyle yok sayabilmiş; bu belayı başına sarmıştı. Gördüğü o bile değildi, ona tıpatıp benzeyen kızıydı.

Artık denge taşında gözü var mıydı, bilmiyordu. Sanki o dönemlerde onu kullanmak onda bağımlılık yaratıyordu. Hastalığın cefası hayatının her yerine öyle nakış nakış işlenmişti ki, belki de bir sürelik iyileşme ona nimet gibi geliyor, iyileşmenin nasıl bir his olduğunu tadıyor ve daha çok istiyordu. Sebebi yalnızca buydu demek istiyordu, önceden diyordu da. Ta ki Belda'dan bir şekilde kaçıp kurtulana dek... Belki de o kaçamamıştı da Belda peşine düşmemişti. Neden şimdilerde istiyordu peki? Bir gayesinin olduğu apaçık ortaydı.

Etrafına bakındı peşlerinden giderken. Kaçmalı mıydı, şansını denemeli miydi? Tuhaftı ancak içinden farklı bir yöne kıpırdamak gelmiyordu. Tasması boynuna takılı itaatkâr bir köpek gibi peşlerinden ilerlemeye devam etmek çok daha basit geliyordu. Enerjisi tükenmişti. Bir süredir toprak eşeliyor, okyanusun dalgalarıyla cebelleşiyor, taşları yerinden oynatıyor ve yalnızca kâğıt parçaları topluyorlardı. Bir de denge taşını... Bunların hepsini de ona yaptırmıştı. Sürekli yollardaydılar. Perspeca'yı talan etmişlerdi sanki. Doğru düzgün uyku uyuyamamıştı, açtı. Hastalıklı bedenine bu kadarı fazlaydı.

Derin ve bıkkın bir nefesi dışarı verirken Suzan, düşüncelerinin boğduğu diğer sesleri net bir şekilde işitmeye çalıştı. Duyduğu cümlelerden kopuk birkaç kelimeyle kulak kabarttı Eva ile Belda'nın konuşmalarına. ''Kalp,'' dedi, Belda. ''Sanılanın da ötesinde bir şey, yalnızca görebilenler görür, duyabilenler duyar. Bu, herkesin harcı değildir. Kimisi vardır, büyük bir nimetin yanından geçip gider. Belki de en büyük sorununa kördür. Ufak detaylarla uğraşır aklında. Kimisi bir şeyler gördüğünü sanır ama hayal mi gerçek mi ayırt edemez, sonrasında güvenli alana çekilmek ister: Herkesin içinde bulunduğu ufak detaylarla uğraşan gruba. Orada kendini zorlamak, düşünmek, görmek, işitmek zorunda kalmayacaktır. Çünkü herkes gibi olursa takdir edilecektir. Bunlar bilerek görmek istemeyenlerdir.''

Eva, bakışlarını adım attığı topraktan Belda'ya çevirdi. Gözlerine baktı; ruhunu görebilmek, aklını okumak istedi. Duygularını çarşaf çarşaf ortaya sermek, bozuk bir saatin mekanizmasıymış gibi kurcalamak istedi. Dedikleri ve gördükleri ne kadar gerçeği yansıtıyordu? O, Belda'ydı. Her istediğini alan ve o 'Bitti,' demeden hiçbir şeyin bitmediği bir zalimdi. Kaybetmeyi sevmez, asıl planını yalnızca kendi aklına kilitlerdi. Hep ikinci planı olurdu. Odasına kapanıp saatlerce yapacaklarını yazar, çizer; her şeyin hesabını kitabını tutardı. Kimse ondan bu yüzden kurtulamazdı. Sanılandan daha sinsi, daha pek gözlüydü.

Element: HayaletHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin