Birinci Kısım Bölüm Dokuz

56 4 10
                                    

Ay ay ay... Geldiiii! İyi okumalar ^-^ ❤️

Claire

20 Aralık 2019

Saraya en yakın durak epey gerilemişti. Kendi evimden buraya kadar yürüyerek gelseydim pek bir şey değişmeyecekti, yine de bir halk otobüsüne atlamış ve değişen son durakta inmiştim. Bu birkaç duraklık mesafeyi yerdeki taşları sayarak ya da basmak istemediklerimi seçerek kat etmiştim. Ellerimde düşünecek başka hiçbir şey kalmamıştı ama aynı zamanda çok fazla şey kovuğundan kafasını çıkarabilmek adına direniyordu sanki. Çıkan başları içeri itmek için kendime bir uğraş edinmiştim yol boyu. Bu uğraşların sayısı azaldığında ve beni, aklımı dağıtacak kadar zorlamamaya başladığında ve bu vesileyle düşünmem için kapı araladığında hemen rutini bozmuş, bu kez kırmızı taşlara basmamaya başlamıştım.

Başım önümde, montumun yakaları kulaklarıma kadar yukardaydı. Ellerimi ceplerime sokmuş, iyice büzülmüştüm. Saçlarım dağınık, sıkı bir atkuyruğuyla ensemden aşağıya düşüyor, montumun içinde kayboluyordu. Ensemi rüzgârdan koruması benim için bir esin kaynağıydı, hava öyle sertti.

'En son ne zaman dışarıdaydım acaba?' diye bir soru yöneltmek istediğimde kendimi frenliyor, bunu sormaktan kaçınıyordum. Çünkü biliyordum, en son kollarımda küçük bir çocuk öldüğünde dışarıdaydım. O anı aklımın içerisinde tekrar yaşamak istemediğimden, uzun süredir dışarıya olan hasretimi ve bu hissime olan şaşkınlığımı geriye iteledim. İhtiyacım olan tek şeyin yalnızlık ve acı olduğunu düşünmeye başlamıştım. Fark ediyordum ki bu acının ortasında öylece oturup kalmak beni daha da çözümsüz, eli kolu bağlı bir hâle getirmişti. Buraya gelmeme sebep olan annemin en azından alkışlanacak bir etkisi olmuştu. Bunu yeniden hayata dönüş sayamazdım elbet ancak biliyordum, dört duvarla ve beyaz tavanla bakışmak bana günlerdir çözüm getirmemişti.

Elimi istemsizce şakağıma götürdüm. Yine o ağırlık kendini göstermeye başlıyordu. Sanki görünmez iki el başımı iki yanından tutup sıkıştırmaya çalışıyordu. Temiz havanın etkisi bu kadar sürüyordu anlaşılan. Herhangi bir olumsuz his kırıntısından nemalanmam, iyileşme isteğimin ne kadar ümitsiz olduğunu gösteriyordu bana. Kısa süreli iyiliğin, benim gözümde, iyileşmeye karşı attığım büyük bir adım sayılması, tabii ki, yine kendi yanılgımdı.

Uzun bir yürüyüşün sonunda taşlar öncekilere nazaran daha düzenli ve daha canlı dizilmeye başlamıştı. Bu saraya epey yaklaştığımın kanıtıydı. Bir süre sonra yolun iki yanında da yeşillikler ve renkli çiçekler, capcanlı çalılar büyümeye başladı. Olduğum yerde durup başımı kaldırdım. Gelmeyeli epey olmuştu.

Saray tüm ihtişamıyla önümde serilmişti. Beyaz ve altın sarısı renkleri, göğe uzanan kubbeleri, cilalı taşlı yolu, sonsuz gibi gelen yeşil bahçesi huzur doluydu. Görebildiğim kadarıyla bahçede muhafızlar kol geziyordu. Kapıda ise iki adet koruma vardı. Sırtımdaki çantayı indirip maskemi çıkardım. Yüzüme yerleştirdikten sonra ortaya çıkıp sarayın girişine doğru adımladım. Kapıdaki korumaların pervasız hareketleri ve yamuk duruşları beni görünce düzeldi. Onlara yaklaştığımda ''Hoş geldiniz kraliçem,'' diyerek selamladılar. Yavaş, belli belirsiz bir baş sallayışla verdikleri selamı aldım.

Beni bahçe kapısında gören muhafızlar taş yolun iki yanında sıraya dizildiler. Aralarında en kısa olanı içeri koştu. Muhafızlar öncelikle eğilerek selamladılar, sonrasında kıpırdamadan aralarından geçmem için bir yol oluşturdular. Tepkilere alışamamak mıydı ya da tacı taktıktan kısa bir süre sonra saraydan ayrılıp işlerden uzak kalmamın yadsınması mıydı bu his bilmiyordum ancak rahatsız olmuştum. Bana bir kez daha istemediğim sorumluluğumu hatırlatıyor, dertli başıma acımasızca vuruyordu. Derin bir nefes alıp gülümsemeye çalıştım. Yüzümdeki kasıntı gülümsemenin yarattığı huzursuzluğu ne kadar fark ettiler diye düşünmek içimden gelmiyordu.

Yolu yarılamıştım ki kapıda Aiden başta olmak üzere Aida, İnanç, Tony, Hans, Eray ve Erno göründü. Yüzümde buruk bir gülümseme belirdi. Onlara doğru adımlarken ve gözlerinde parlayan beni görmenin capcanlı mutluluğuna şahit olurken aklımda yalnızca iki eksiğin hayali beliriyordu: Claudia'yı kaybetmiştik, Milagros ise daha fazla burada kalmak istemediğini söylemiş, çekip gitmişti. O gecenin sabahına doğru yaşananlar ve Milagros'un bana dediklerini aklımdan silip atamıyordum: Claudia'nın soluk bedenindeki ifadesizliği, kırmızıya bulanmış çarşafın arasında git gide mora çalan tenini, dudağının kenarında kuruyan kanı ve boş bakan gözlerini... Yaşıtım olsa da grubun en çocuksu ve duygularını sınırda yaşayanıydı. Ani kararlarını, haklı çıktığı anlarda duyduğu mutluluğunu ve hüznünü, sahip olduğu enerjiyi o kadar özlüyordum ki onu hatırlamak burnumun direğini sızlatıyor, gözlerimi yaşartıyordu.

Onlara doğru yürürken beni kapıda bekleyen yedi kişiye tek tek baktım. Erno'un tam yanında olmalılardı. Olsalardı Claudia koşarak bana sarılırdı. Diğerleri ise tepkimden çekinip öylece uzaktan izlemez, yanıma gelirlerdi. Tam yolun ortasında önümü keser, tek tek sarılırlardı. Sonra yan yana içeri adımlardık. İçten içe bunun gerçekleşmesini öyle çok istiyordum ki, buna sahip olamamak içimdeki burukluğu daha da kuvvetlendiriyordu. O bir hafta hiç yaşanmamalıydı. Ne faydaydı peki bunu düşünmek? Nihayetinde yaşanmıştı, değiştiremiyordum. Claudia, toprağın altına gireli epey olmuştu, Milagros'un bana sırt çevirmesiyle benzer tarihlerde. Onu suçlamıyordum, Claudia'nın ölümünde benim de payım vardı. Böyle olmasını hayal bile etmemiştim, yine de dolaylı yoldan buna zemin hazırlamak beni dâhil ediyordu.

Onlarla aramdaki mesafe git gide azalırken Aiden, arkasına dönüp bir bakış attı. Ardından diğerlerinin de bakışlarının oraya kaydığı kısa bir andan sonra, kenara çekildiler ve annem ağır adımlarla kendini gösterdi. Ellerini önünde birleştirmiş; dirsekleri iki yanında, göğsünün altında, yukarıda kırılmıştı. Elbisesinin dantelli kolu dirseklerinden aşağıya sarkıyordu. Başı dik, gözleri mutlulukla parlıyordu. Onu görmek buraya gelme sebebimi bana hatırlattığında kaşlarım istemsizce çatıldı. Bu tepkimi gördüğünde neye kızdığımı anladığını fark etmiştim. Yine de kaşlarını havaya kaldırıp başını belli belirsiz salladığında konuşmaya açık olduğunu görmek beni biraz rahatlatmıştı. Pek ümidim yoktu, öyle ya da böyle o konuşma yapılacaktı ve sonunun nasıl biteceğini hayal edebiliyordum.  Tek endişem kendimde olmayışımdan kaynaklanacak belirsiz tepkilerimdi. Bir anlık kararla gelmiştim buraya, son günlerdeki aklım da apaçık ortadaydı. Benimle iş birliği yapmıyordu. Bu, beni güvenli alanımın dışında hissettirse de yoldan dönme isteği ve hevesine sahip değildim.

''Kızım,'' dedi, hasretle kollarını iki yana açarak. Onlara ulaşmama birkaç adım kalmıştı. Sarılmak için anında kollarımı iki yana açmam gerekiyordu, bunu idrak edip kollarımı açmam ise bir süre gecikmişti. Çenemi annemin omzuna koyup kollarımı ona sararken kendimi yürümeyi yeni öğrenmiş bir çocuk gibi hissediyordum. ''Konuşmalıyız,'' dedim, kulağına doğru. Kollarından sıyrıldığımda ellerini kollarımın üzerine yerleştirdi. Beni tam karşısında durdurup geri çekilerek süzdü. ''Maskesiz içeri girdiğini görmek isterdim,'' dedi, dediğimi umursamadan. Duyup duymadığından şüphelenerek ''Ben de konuştuğumuzu ve benim adıma kararlar vermemeni görmek isterdim,'' dedim, öfkeyle. Aklımda dönüp dolaşan buydu. Fevri çıkışlarımın kimsede hasar bırakmasını istemiyordum ve sağlıklı bir anda olmadığımı kabul etmem güç gelse de içten içe biliyordum.

Annemin yüzü düştü, gergince nefes alıp tek elini kolumdan çekerek arkasındaki kapıya uzattı göstermek için. Kenara çekilip yolu gösterdi. ''Öncelikle temizlen ve kıyafetlerini giy. Taht odasında buluşalım.'' Bakışlarını üzerimde gezdirirken ''Böyle nasıl rahat ediyorsun bilmiyorum,'' diye mırıldandı, şaşkınlık ve yadsımayla. ''Tahtta oturanların anlayamayacağı bir rahatlık,'' dedim. Alayla gülüp yandan bir bakış attı. ''Sen de tahtta oturuyorsun.''

''Buradan bakılınca pek öyle görünmüyor.''

Yaptığım ima yüzündeki alayı alıp götürdü. Bakışlarını bizi dinleyen yedi kişide gezdirirken rahatsız görünüyordu. ''Taht odasında buluşalım.'' Son dedikleri bu oldu. Ardından arkasını dönüp içeri girdi ve gözden kayboldu.

Element: HayaletHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin