Birinci Kısım Bölüm Beş

71 5 6
                                    

İyi okumalar! ^-^

Claire

18 Aralık 2019

Kendi evimde, kendimi kucağına attığım sürgünün işkencesi, her geçen gün katbekat artıyordu. Artık iyi hissettiğim günler bana çok çok uzak geliyor, gözüme bir daha da yakınımdan bile geçmeyecekmiş gibi görünüyordu. Kendimi büyük bir karanlığa kelepçelenmiş gibi hissediyordum. İpin ucunun nerede olduğunu bile göremeden boşluğa kollarımı sallıyordum bulabilmek ve tutunabilmek için. Çabalarım çok fazla ve büyük ancak sonuçları da bir o kadar az ve küçücüktü. En azından nihayetinde artık bir şeyler hatırlayabiliyor, bölük pörçük de olsa kaleme alabiliyordum. Büyük bir yıkımın parçalarını birleştiriyordum sanki; garip ve ürkütücü olan ise bitmiş bir yıkımı değil, hâlâ devam etmekte olan bir yıkımı ve yok oluşu birleştiriyordum. Hislerim bu yönde ilerliyor, hareketlerimi buna uygun sıraya dizmeme neden oluyordu.

Düşünüyordum, durmadan ve durmadan. Yorulsam da devam ediyordum. Herhangi bir ışık göremeyeceğimi bilsem de yine o ışığı düşlüyor ve ilerliyordum. Bu ilerleyişim bitecek miydi, son yakın mıydı ya da herhangi bir son var mıydı? Bilmiyordum.

Her mürekkepte biraz daha mı siliniyordu her şey, yoksa hatırlamam için tek yol bu muydu? Bunun bile ayırdını yapmak çok zor geliyordu. Önüme dosyalardan dağ dizilmişti de ben çalıştıkça yeni yeni dağlar ekleniyor ve hiç bitmiyordu sanki. Yorgunluktan göz kapağım seğiriyordu, parmaklarım uyuşuyordu ve o dinmeyen, eksilmeyen baş ağrısıyla yaşıyordum. Bunun bana verdiği zararın bu kadarla kalacağını düşünmeli miydim, yoksa devamı var mıydı?

Elimdeki kalemden çıkan kelimeler, kâğıdın üzerinde oluştukça beynimden bir parça da kopuyor gibiydi, acısı öyle derin duyuluyordu ki burnumdan damlayan kanların izi kurumuştu sayfaların üzerinde. Kendimi elimden geldiğince acı çekmemeye değil, hatırlamaya odaklamıştım ama dayanmak çoğu zaman çok güç oluyordu. Bir de hatırladıktan sonrası vardı: Ağlıyordum, gözyaşlarım yanaklarımı ıslatıyordu ve bu, uzun süreli bir ağlama krizi olarak devam ediyordu. Sonrasında, gözümde akacak yaş kalmadığında hatırladığım her şey silinip gidiyordu. Yeniden hatırlamaya çalışıyordum, hatırlıyordum, yeniden ağlıyordum, yeniden unutuyordum. Durumum gittikçe kötüleşiyordu; diğerleri yanımda olmak istiyordu, ben ise her zamanki gibi yalnız kalmayı tercih ediyordum. Bunu benim atlatmam gerekiyordu, kendimle ve aklımla anlaşmalıydım, başka yolu yoktu.

Bu kez başka bir yol deneyerek bu sonuca varmıştım hem de, hissettiğim fiziksel acılar arttıkça arkadaşlarımın endişeleri de artmıştı ve beni ikna etmişlerdi. Aiden, aklımı hafifletmek için elinden geleni yapmıştı fakat hiçbir şey etki etmiyordu. Aklımın kurcalanmasına tamamen kapalıydım ve bu, benim yaptığım bir şey değildi. Hayalini kurduğum gibi bir parazit vardı kafamda, her şeyi engelliyordu, bozuyordu, parçalara ayırıyordu. Onunla savaşıyordum, kazanmama izin vermiyordu. Küçük zaferlerle bir anlık beni bocalatıyor, sonra da yeniden hâkimiyetini sağlıyordu. Bundan ne zaman ya da nasıl kurtulacağım bir muammaydı.

Yine de vazgeçecek değildim, durmayacaktım, beni her defasında alt etse de kalkıp devam edecektim. Nihayetinde hayatın özü de bu değil miydi? Düşmeden kalkmayı öğrenemezdim, bunun bilincindeydim ama biraz olsun dinlenmek istemek, yenilmek sayılır mıydı? Yol çok uzundu ve adım başı engel vardı, her birini tek tek ve ağır ağır geçtiğimi biliyordum ama geriye anıları kalıyordu. Yaranın kapanacağını biliyordum ancak izlerinin iyileşeceğini sanmıyordum. Bir şeylere yetişmekten usanmıştım, ben bir adım ilerledikçe rüzgâr beni iki adım geriye atıyordu. Çölün ortasında bir fırtınada hapsolmuştum, saklanacak yerim yoktu, kumların altına gömülmek üzereydim, yine de karşı koymaya çalışıyordum.

Battaniyenin altında izlediğim beyaz tavandan masamın üzerine çevirdim bakışlarımı. Üzerine rastgele dağıtılmış kâğıt parçalarını ve kalemlerimi inceledim uzaktan. Günler bir bir geçiyordu, en son yazdığımın üzerinden ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum, tarih yazmakla vakit kaybetmeden bozuk harflerle aklıma gelen her şeyi kâğıtlara dökmüştüm. Kan lekeli kâğıtların üzerinde yer yer siyah yer yer mavi mürekkebin bıraktığı heyecanlı ve gözyaşıyla beslenmiş dağınık kelimelerin, o an beni ne kadar cezbettiğini fark ettim. Bakmanın sırası mıydı? Yeterince birikmişler miydi? Ne kadar eksiğim vardı?

Derin bir iç çekişle bakışlarımı yeniden tavana çevirdim. Hissettiğim yakıcı isteği yuttum ve gözlerimi yumup yatağın içinde kıpırdandım rahat bir pozisyon için. Hasta gibi bağlandığım bu yatakta günlerdir yatıyordum neredeyse. Yazmak ve divane gibi odayı gecenin ortasında turlamaktan başka ayakta görmemiştim kendimi. Bir de ihtiyaçlarımı gidermek zorunda hissettiğim anlar haricinde. Başımın döndüğü, vücut sıcaklığımın düştüğü anlarda yemek yemeyi, su içmeyi hatırlıyordum artık. Karnımın gurultusunu o kadar göz ardı etmiştim ki artık hissetmiyordum.

Uyumayı denedim. Tek çarem buymuş, uyanınca her şey en başa saracakmış gibi düşlüyordum. Başa sararsa her şey, bir daha o ormana girmeyecektim. Aiden ile tek kelime diyalog kurmayacaktım, boynumdaki iz siyaha dönmeyecekti, dikkat çekmeyecektim, Eva ile tanışmayacaktım, her şey olduğu gibi devam edecekti sanki. İmkânsızı istiyordum ama düşlemesi güzeldi.

Göz kapaklarım iyice ağırlaşmaya ve vücudum gevşemeye başladığında uykunun en güzelini çekmek istedim, hatta uyanmak istemedim, ne yazık ki beni korkutucu görüntülerle dürttü zihnim. İrkilerek gözlerimi araladım. Derin derin nefeslerle doğruldum hızlıca yataktan. Aniden yaşadığım hatırlayış bir yandan beni şaşırtmış ve ürpertmişti, bir yandan da bir film şeridi gibi zihnimin içine akan anılar kalbime balyoz etkisi yaratmış, gözlerimi yaşartmıştı. Yeniden yaşıyormuşum gibi hissettiriyordu, öyle vahşice saldırıyordu ki bana her biri, sanki beni avlamak için en uygun zamanı bulmuşlardı.

Nefes alış verişim hızlanmış, yanaklarım ıslanmıştı ve daha da fazla yaş da peşi sıra iniyordu yanaklarımdan. Arkası kesilmeyen yaşlarımın arasında yerimden fırladım. Bu kez bir krize kapılmayacaktım, yazmam gerekiyordu, ne kadar acı olursa olsun bu anılara ihtiyacım vardı.

Titreyen elime kalemi aldığım gibi yazılı sayfaları elimin tersiyle sertçe ittim masadan. Oturmaya çalışırken bodoslasam da dengemi sağlayıp boş bir kâğıdın üzerinde kalemin mürekkebini gezdirdim. Satırlar çoğaldıkça gözyaşlarım da kâğıdı ıslattı, kan lekeleri bu kâğıda da izini bıraktı. Yine de yazmıştım.   

Element: HayaletHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin