İkinci Kısım On Altıncı Bölüm

49 6 1
                                    

Herkese merhabaaa!

Öncelikle şunu söyleyeyim, şaka gibi ama sevgililer günü için yazdığım bölüm, sevgililer gününe denk gelmiş. Tabii, ben düzenlediğimde 15 Şubat oldu ancak hâlâ 14'müş gibi davranıyoruz, çaktırmayın.

Medyada Aiden'ı anlattığını düşündüğüm bir şarkı var. Aiden'dan Claire'e gelsin o halde bu şarkı. Bölümü okuduktan sonra dinlerseniz daha tatlı gelir, çevirisiyle ekledim.

İyi okumalaar! ^-^ ❤️








Gülümseyerek ''Onları yakmalı mıyız?'' diye sordum.  Uzanıp diğer mumu da yakarken ''Aynen,'' dedi, bir çocuk sevinciyle. Geriye çekilip masaya şöyle bir göz attı, gözlerindeki tatmin her şeyin tamam olduğunu söylüyordu. ''İşte,'' dedi, heyecanla. ''Her şey aşk dolu aşk!''

Aiden, sevgililer gününü benim aksime büyük bir coşkuyla yaşayıp özenle her şeyi düzenliyordu. Elbette onunla vakit geçirmek ve aptalca şeyler yapıp olmadık durumlara gülmek hoşuma gidiyordu. O anlarda sanki her şey eskisi gibi, başımızda herhangi bir bela yok gibi hissediyordum ve bu anlarda, her şeyden kilometrelerce uzağa kaçıyordum, bana dokunamayacak gibi geliyordu. Keşke olanlar ve olacaklar hiç var olmasaydı diyordum. Yine de hiçbir şey değişmiyordu. Halının altına süpürdüğüm tozlar biriktikçe saklanması daha zor bir hâl alıyordu. Bir anda Aiden ile içinde olduğum masal diyarından sebepsizce çıkıyor, tamamen ve istemsizce çevremde şekillenen korkunç olayları düşünmeye başlıyordum. Bu gece de bu düşünceler beni rahatsız edebilmek için ellerinden geleni yapıyordu ancak teslim olacak değildim. Bununla birlikte Aiden'ın geldiğinden beri yaydığı bu güzel enerji, her şeyi bir süreliğine kapının dışında bırakmama yardımcı oluyordu. Gecenin devamında da daha çok keyiflenmemi sağlıyordu.

Yaklaşıp yanağımı sulu ve hızlı bir şekilde öptü, ardından da mutfağa ilerledi. Kısa süreli daldığım rüyadan çıkıp suratımı buruşturarak yanağımı sildim. Peşinden mutfağa girdim; o, yemekleri tabakları bölüştürürken ''Sulu öpülmekten hoşlanmıyorum, salyalarını üzerime akıtma,'' diyerek hayıflandım. Yemekleri tabaklara koyduğunda birini elinden aldım, bana dönüp tekrar öpmeye çalıştığında geriye doğru kaçarak boşta kalan elimin işaret parmağını ona doğru salladım. ''Öpme!'' İşaret parmağım havada, geri geri yürürken o da üzgünce dudak bükmüş bana doğru geliyordu. Tabii ki yalnızca oynuyordu. Mutfaktan geri geri çıktığımda arkamı ona dönüp salondaki koltukların ortasında bulunan geniş sehpaya tabağımı bıraktım. Masanın üzerinde iki adet yanan kırmızı mum, iki adet bardak; çatal kaşık ve bıçaklar, bir de mezeler bulunuyordu. 

Aiden'ın bunları yaptığına inanamıyordum ancak kapıda, elinde bilumum her türlü parti eşyasıyla belirdiğinde kahkaha atmaktan kendimi alamamış; yere çömelip katıla katıla gülmüştüm. Başında huni şeklindeki parti şapkasıyla dudakları arasındaki parti düdüğünü öttürmüş ve ''Yaşasın on dört şubat,'' diye haykırmıştı, boğuk bir sesle. Ben güldükçe o dişleri arasında sıktığı düdükle gülmüş, ellerindeki poşetleri kaldırarak ''Kolum ağrıdı, yeter,'' diyerek yalancı bir azar çekmişti. Hatırladıkça kahkahalarla gülesim geliyordu ama üzülebileceğini düşünerek daha fazla gülmemeye çalışıyor, kendimi tutuyordum.

İçeri girdiğinde poşetleri bırakıp hemen içindekileri çıkarmıştı; zar zor sakinleştiğim o an, getirdiklerini görünce kendimi tutamayıp tekrar gülmüştüm. Boyuna takılan parti atkılarından? tutup balonlara kadar getirmişti. Hatta bu da yetmemiş; kalp şeklinde iki adet yastık da getirmişti, üzerlerine oturabilmemiz için. Ardından evdeki mumların yerini sormuş, onları çıkartmıştı. Yemekleri ben hazırlamıştım o gelene dek. Getirdiği parti eşyalarının hepsini salona yerleştirerek her yeri süslerken gülerek onu izlemiştim. Bir çocuktan farksız heyecanıyla son rötuş olarak küçük led lambaları da masanın üzerine gelişi güzel yerleştirip ışığı yakmıştı. ''Her şey çok güzel,'' demiştim içtenlikle ancak biz romantizmi pek de uzun süre sağlayabilen bir ikili değildik. ''Bir çam ağacımız eksik, geri sayımı ne zaman yapıyoruz?'' demeden edememiştim. Peşinden de karnımı tutarak gülmüştüm, hatta o kadar çok gülmüştüm ki bir yerden sonra gülmekten nefesim kesilecekti neredeyse; o sırada suratıma getirdiği yastıklardan birini fırlatmıştı. Tam on ikiden isabet etmesini saymıyordum bile, dengemi sağlayamayıp yere tamamen kapaklanmıştım. Bu kahkahalarımı durdurmamıştı elbette. Sanki tüm yılın acısını bir gecede çıkartıyordum. Çok uzun süredir bu kadar güldüğümü hatırlamıyordum. Aiden'ın bu durumla eğlenmesi ve alay etmesi açıkçası beni mutlu etmişti kendime geldiğimde, çünkü alınabileceği derecede alaya almış, çokça gülmüştüm. On dört şubat için değil de doğum günü partisi için gelmiş gibiydi. ''Meczup musun sen? Nefessiz kaldın gülmekten yeter. Gelip muntazam süslerimle övünmen ve beni övmen gerekiyor, tam şu anda,'' demişti gülerek ve elimden tutup beni kaldırmaya çalışmıştı ancak öyle ağırlaşmıştım ki gülmekten, adeta o beni çektikçe yerde sürünüyordum. Nihayetinde koltuğa takılıp o da yere düştüğünde ikimiz de uzun bir süre sadece kahkaha atmıştık.

Element: HayaletHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin