Hayatın gerçekleri ile küçük yaşta tanışmış olmasına rağmen hayattan ümidini hiç kesmemiş bir kadın ile, hayata öfkeli bir adamın hikayesi.
Bu nazlı bir sevdanın hikayesi...
NAZLI & YUSUF
"Benim güzel, Nazlı çiçeğim.."
Seni bekleyeceğim zaten Evime düşen bir kaç saç telin olmadan Ya buna var mı müsaaden?
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Ölüm kelimesi her insanda başka anlamlar ifade eder. Kimisi doğduğumuz gibi elbet bir gün öleceğiz diyerek anlamlandırır o dört harfli kelimeyi. Kimisi de yakınında tatmıştır o kelimenin en acı halini. Artık ölüm bedene bürünmüştür, toprağın altına koyduğu bir beden...
Ben de ölümü hep hastane ile anımsar, bağdaştırırdım. Soyut bir kavramı küçükken anlamak zor. Bir şeyle bağdaştırman gerekiyor mutlaka. İşte benim bağdaştırdığım şey de hastaneydi. Aslında hastane de değil, kokusu. Hastane kokusu. Böyle burnunun direğini sızlatan ilk başta duyumsamadığın ama saatler sonra üstüne sinen o koku...
Ellerimi, ellerine kenetlemiş doğru kelimeleri zihnimde ararken, burnuma o tanıdık sevmediğim hastane kokusu geldi sanki. Yüzümü buruşturmak istedim. Derin bir nefes aldım. Yusuf'un kokusu gelsin istedim burnuma.
"İyi misin?"
Kaç dakikadır susuyordum bilmiyordum. Onu endişelendirmiştim. Beceriksizce gülümsemeye çalıştım. Yutkundum.
"Annem ve babam benim olmam için çok dua etmişler. Olmamış çocukları. Tam beş yıl boyunca beni beklemişler."
Dudaklarım kıvrıldı. Bu sefer sahici bir tebessümle baktım. Beklemeden konuşmaya devam ettim.
" İşte öyle bir beklemenin ardından ben dünyaya gelmişim. " iç çektim.
"Annem şey der hep. Sanki o güne kadar hiç bahar görmemiştim. Senle beraber gerçek bahara şahit oldum."
İç çekti benim gibi. "Haklı..."
Bir şey demedim. Hayranlıkla ona baktım birkaç saniye. "İşte ama her bahar bir kış geçiriyor. Kalbim delikmiş doğuştan."
Ellerimi tutuşu sıklaştı. Aptal değildi. Emindim şimdi o hafifçe kırışan alnı, aralanan dudakları zihnindeki tahminlerin dışa vurmuş haliydi. Gözlerimi Yusuf'tan çektim. Sehpanın üzerindeki yarım bıraktığım çayıma takıldı bakışlarım.
"Küçükken her şey zordu. Ama en çok oyun oynamak. Bilmiyordum bir şey. Tek bildiğim ensemdeki annem ve babam. Sürekli koşma derlerdi bana. Koşma Nazlı, koşma Nazlı..."