4. Bölüm

82 18 65
                                    

Bu bölüm biraz daha düşünme üzerine gidecek sanırım. E bir zahmet karakterimiz felsefe yapıyor yani düşünmeyi seviyor. Burada da düşünsün bakalım. Ara sıra böyle düşünmesini umuyoruz ve sizin yorumlarınızı da bekliyoruz :). İyi okumalar.

Ege Atalanta

Soyismini sormamıştım ama herhalde ondan başkası olamazdı bu insan. Okuduğu bölüm tutuyordu mu onun hakkında da bilgim yoktu çünkü sormamıştım. Anasını satayım başka saçma sapan bokları sormaktan gittim insan gibi şunları sormadım. İnsan sorar, merak eder demi? Ayıp etmiştim. O da evime hırsız bilmem ne yıldızı gibi girmeseydi yahu -küfürü normalde çok sevmezdim ama o an sinirle uçabiliyordum-.

Derslerin başlamasına 2 dakika vardı ve zaten başka sınıflara girmek nedense yasaktı. Onu çok sorgulamıyordum. Başka sorgulayacak şeylerim var benim aaa.

Ama en azından yarım saatlik aralarda görürüm diye ümitlenip derse girdim. Tabii kendisinin gizemi sağ olsun bütün beynimi yemişti. Şu yeni insanlarla tanışınca kafama takılmalarından nefret ediyordum. Huy ama cidden bazen kötü bir huy olabiliyor.

İlk devre bitişinde dışarı çıkıp en azından bakmaya koyuldum. Bir de Nigella ile Larissa ile buluşmamı da hesaba katarak hem onlarla sohbet edip hem de Mikolas Deniz burada mı diye bakıyordum. Onlar da "napıyor bu mal" diye bana bakıyorlardı ara sıra. Sonra takmıyorlar, sohbetimize devam ediyorduk. Bu böyle yaklaşık 6 saat devam etti. Ama ne hikmetse bu çocuk yemekte de yoktu, aralarda da. Yer yarıldı içine girdi sanırsın.

Beni kendisine çeken cidden güçlü bir kuvveti vardı kabul etmem lazım. Aşk falan değildi. Cidden bir gizemi vardı. Bunu buluştuğumuzdaki manyaklığından ve accık da gözlerinden anlamıştım. Çünkü bir insan eğer cidden deliymişçesine eğleniyor ve manyak oluyorsa altında mutlaka bir gizem vardır, onu bu yapan mutlaka bir şey vardır diye düşünüyorum. Bilmem yanılıyor muyum?

6 saat sonunda tek bir şey bile görememiştim onun hakkında. E işin bu tarafı üzücüydü ama bir tarafı da sevindiriciydi. Bugün düşünme günü ilan edecektim. Ve eğer müsaitse Güneş'i arayacaktım. Tam bir dinleyici ve anlatıcı. Sohbetini çok seversiniz. Her ne kadar sanal olsak da -ki bu durum beni çok sıkıyor aw-.

Çıkışta arkadaşlarıma veda ettikten sonra evime gitmiştim. Normalde bir kafede falan da düşünebilirdim. Ama bu sefer düşüneceğim mevzular sanırsam derin mevzular. Hem geçmişe hem de genel tanıma girecektim. Ve bundan da kelimenin tam anlamıyla mutluydum. Düşünmeyi seven birisi için konu bulmak bir nimet. Vakti varsa daha da büyük bir nimet.

Evime gelmiştim. Direkt kıyafetlerimi çıkarıp kendimi yatağa attım. Ve tabii ki de listemden bir müzik açtım.

Ira Losco - Walk On Water
(Dinleyin la hoşunuza gider ksgskshd)

Yattığımda geçmişimizi düşünmeye başladım. 100 sene öncesini yani. Teknolojiyi, yaşamı, insan ilişkilerini, LGBTİ+ fobikliğini... Geçmişe göre gerçekten her anlamda çok gelişmiştik sanırım.

Artık dünya tamamen evrensel bir ilişki içerisinde dönüyordu. Herhangi bir ülkeden ya da bölgeden olursan ol, insanı insan olduğun için sevme olayı upuzuuuun bir zaman sonra Dünya'nın %95inde oluşmuştu. Herkes herkesi sen olduğun için seviyor ya da sevmiyordu. Zaten her insan herkesi sevmek zorunda değildi, ama en azından saygı olayı artık vardı. Bu gerçekten önemli bir şey. Saygı yoksa günümüz dünyası yıkılır duruma gelir.

İnsanlar uzun zamandır ayrıştırılıyordu. Dinleri üzerinden olsun, dilleri, ırkları, cinsel yönelim ve kimlikleri, renkleri hatta zamanın mükemmel (!) ırkı değil diye bile yargılanıyordu. Karaktere bakan olsa olsa %1lik kısım falandı sanırsam. Onlar da o kadar az ki, toplumun kabul gördüğü şeyler yüzünden eziliyorlardı ve onlara göre yaşamak zorundalardı. Çünkü hayatın kanunları buydu. Topluluğa uyarsan ya da sen toplumu yönetirsen hayatta kalırsın. Ama gidip toplumdan ayrılıp istisna takılırsan eninde sonunda ayağına çelme takılırdı ve bir gün hayatın nasıl olacağını bilmesek de biterdi.

21. HaftaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin