-13-

148 17 1
                                    

-13-









"İkisi de değil!"

Ses tellerim acıyana kadar yüzüne doğru bütün nefesimi vererek bağırdıktan sonra tutunduğum banyo askılığını serbest bırakıp inatla hala sol göğsümde tuttuğu işaret parmağını ittirdim. "Beynimi allak bullak ettiğin yetmiyormuş gibi bir de geçmiş karşıma pişkince beni seçim yapmaya zorlar gibi soru soruyorsun!?"

Beni daha çok delirtmek istediğini kanıtlar nitelediğinde hiç sesini çıkarmadığında onu sinir etmeye yönelik sıvı sabun şişesini elime alıp gözünün önünde salladım. "Ben şimdi işe gidiyorum, eh senin de eğer bugün evine girip çıkacağın müşterilerin olmayacaksa bir işe yarayıp önce sıvı sabun şişesini doldurmakla başlayıp evin diğer eksiklerini giderebilirsin!"

Kendi kendine mırıldanarak sıvı sabun şişesini elimden çekip hâlâ önümden çekilmeyerek banyodan çıkmama engel oldu, bana bu şekilde diklenerek aramızı daha da kızıştırıyordu. "Gitmesen?" diye sordu her bir harfte git gide kısılan sesiyle. "Taehyung?"

Kot ceketimin cebindeki telefon titrediğinde telefondan daha çok gerginlikle ellerim titriyordu. "Bugün işe gitmesen ve oturup konuşsak, böyle hiçbir yere varamayız, aramızda yaşanılan her şeyi konuşmamız gerek."

Alayla sırıtıp onu ciddiye almadığımı gayet net şekilde ortaya sererek cevabımı yapıştırdım. "Ah tabi eğer bana maaşımı vereceksen işe pek tabi gitmem, kovulmam karşılığında falan önüme hemen şak diye yeni işi getireceksen neden olmasın!?"

Pes etmiş gibi önümden çekildiğinde bu kadar dil dökmemin sonucunda onu banyo kapısından uzaklaştırabilmeme sevinmiştim, üst bağcıkları tiftik tiftik olmuş eskiyen spor ayakkabılarımı ayakta tepinerek giydiğimde daire kapısına yöneldim, çıkacaktım ki sesini duydum. "Beni neden ciddiye almıyorsun?"

Sinirle anahtarlığımın ucuyla oynarken ondan tarafa dönmedim. "Kusura bakma ama evli kadınları baştan çıkararak cebini dolduran birini ciddiye almam ben."

Şaşkınlığa uğratacak derecede geri cevap vermediğinde daire kapısını sonuna kadar açıp dışarıya çıktım ve öfkemi kapıya da yansıtarak sertçe çarptım, binanın merdivenlerini ikişerli inerek en sonunda telaşla bir yerlere koşturan insan kalabalığına karıştığımda taksiye verebilecek param var mıdır diye ceplerimi yokladım.

Hayal kırıklığı ile sadece bir iki bozukluk avucumun içine gelirken son sürat koşmaya karar verdim, bozuklukları tekrar cebime atacaktım ki kolumdan tutulup çekilmesiyle avucumun içindeki bozukluklar yere dökülüp bir kaç tur döndü ve yüksek sesle düştükleri yerde durdular. "Cebimi o şekilde doldurduğum zamanlar eskide kaldı!"

Bir kaç bakışın bize dönmesini sağlayacak şekilde bağırdığında fazlasıyla utandım, insan içinde bu tür ses yükseltmeleri karşısında çok utanır ve hemen yerin dibine girmek isterdim, ki Jungkook bunu en iyi bilen kişiydi, sonuçta en yakın arkadaşım - artık öyle mi emin değilim - bu yüzden benimle ilgili detayları bilmesi normaldi.

"Kes şunu, insanların içinde bu şekil yüksek sesle konuşulmasından hoşnut olmadığımı biliyorsun, bu çok utandırıcı bir vaziyet."

Kolumu bırakmadan oturduğumuz binanın giriş kapısının önüne ilerledi ve zillerin olduğu duvar kısmına nazikçe yasladı beni. "Kesmiyorum." diye diretti. "Sen benden konuşmaktan kaçındığın sürece de kesmeyeceğim... Tanrı aşkına Taehyung ikimiz de yetişkin bireyleriz, neden lisede birbirleriyle uğraşmaktan zevk alan iki ergen gibi davranıyoruz anlayamadım, beni yok sayma lanet olası!"

Eh bu kez ilgimi çekecek kadar haklıydı.

Konuşmaktan kaçınıyordum çünkü ona karşı koyamayacağımı biliyordum, sürekli gözlerini üzerimden ayırmadan ve beni kendine çeken bakışlarıyla kelimelerini usulca dudaklarından dökmesine direnemeyeceğimi ne yazık ki biliyordum, neden onunla ilgili şeyleri bu kadar en derinine kadar indirgeyerek anlatıyordum ki? Konuşurken bile beni ne kadar etkilendiğinden bahsetmesem olmazdı sanki!

"Ehmm p-peki şey sanırım lanet olsun ki bu sefer haklısın, bu akşam işten geldiğimde konuşalım."

kabul etmediğini belirterek kafasını iki yana salladığında alnına dökülen buklelerinden tutup yere yapıştırmak istedim. "Ah yoo hayır hayır Tae, gerçekten seni tanımıyorum mu sandın, akşam konuşmaktan yine kaçacağını biliyorum, sen ciddi konuşmalarda fazlasıyla gerilen ve ortamdaki ciddiyeti dağıtmak için götünü yırtan birisin, her hareketini, her sözünü senden daha iyi analiz ediyorum, hiç kuşkun olmasın."

Yoldan yanımızdan geçip giden insanlara karşı yüzümü çevirdiğimde bıkkınlıkla isyan etti. "Sikeyim Tae, onlara değil bana bak... Beni neden görmüyorsun? Bu kadar mı siliğim senin için!?"

Yine rahatsızlık duyduğumu bile bile sesini yükselterek benden biraz uzaklaşıp sinirle gülüp sıktığı eliyle kendi iki göğsünün arasına doğru bastırdı. "Salak!" diye kükrediğinde susması için onu uyaracaktım ki ağzımı araladığımı anında fark edip daha konuşamadan böldü beni. "Hayır susmayacağım! O kadar salak ve dik başlı bir genç adamsın ki beni ne görüyor ne de duyuyorsun, bilmiyorum, ne zaman, ne ara oldu lanet girsin ki bilmiyorum işte ama oldu! Ben seni görmeye, duymaya başladım, ama sen bütün algılarını bana karşı kapamış gibisin."

Yorgun bir halde bina kapısının önüne çöktüğünde fısıldadığını duydum. "Çıldıracağım, gerçekten aklımı oynatmama ramak kaldı."

Ona çaktırmamak için çok çabalamıştım ve belli ki çabalarım olumlu sonuç almıştı, çünkü onun sandığının aksine onu zaten çok uzun bir süredir görüyordum ama belli etmemek için o kadar sıkmıştım ki kendimi, o kadar boğulacak duruma gelmiştim ki yakınlaştığımız anlarda da bu yüzden itmiştim onu kendimden.

Onu gördüğümü anlamasın diye çabaladım çünkü o her ne kadar aksini iddia ediyor ise de benimle dalga geçeceğine inandım, kendimi buna inandırdım.

Karşı çıkmalarımdan dolayı gücü kalmamış olan bedenin önünde ben de yorgunca çöküp elimi diz kapaklarının üstüne koydum. "Kaçmayacağım söz veriyorum, eğer şu an işe gitme zorunluluğum olmasaydı emin ol hemen şu an yapardım ben de çok uzun süredir ertelediğimiz o konuşmayı, ama gitmeliyim."

Her şeyi yok sayarak saçlarının üstünü öptüm. "Ve görüyorum." dedim yüzünü bana doğru çevirirken. "Senin aklının ucundan bile geçmeyeceği kadar uzun bir süredir seni görüyorum Kook."

"S-sen..." Kıkırdayarak ayaklandım ve susturdum sabırsız olduğu her türlü belli olan Jungkook'u. "Ahh hadi ama bu böyle sakız gibi uzar gider, son sözü ben söyledim ve artık gidiyorum, Hoseok bu kadar geciktiğim için kekleri kafamda parçalayacak bence!"

Benim gibi gülerek ayaklandı ve "Gitmeden son bir şey?" diyerek baş parmağıyla işaret parmağının ucunu birleştirip iyilik ister gibi bana uzattı. "Ne istiyorsun?"

Sızlanarak beni daha çok geciktirmesine sahte kızgınlığımla karşı koydum. Kafasını yavaş yavaş eğdi ve yapmasını korktuğum şeyi düşüncelerimi haklı çıkararak yaptı ve üst dudağımı hızla öpüp geri çekildi. "Akşamı iple çekiyorum."

Göz kırparak bina kapısından içeriye girdiğinde arkasından öylece bakmıştım, beni bu şekil işe uğurlaması kalbime indirmişti.

Telefonum titrediğinde cebimden çıkararak kimin aradığına bakmadan yanıtladım, Hoseok olduğundan emindim. "Taehyung umarım kafana kuş pislemiştir de piyangoyu tutturacağını sanıp heyecandan gelememişsindir işe, nerelerdesin sen, saat kaç haberin var mı!?"

Onun klasik söylenmeleriyle yürümeye başlarken - aslında koşar adımlarla bedenleri savuşturuyordum - nefes nefese tükenmeye yüz tutmuş halimle cevap verdim. "Kafama kuş pislemedi ama zihnime Jungkook pisledi diyebilirim Hoseok, gelince sana yüz yüze anlatırım ama özet geçmem gerekirse zihnimi son zamanlarda o kadar bulanıklaştırdı ki ona artık istesem de en yakın arkadaşım gözüyle bakamıyorum."

Heyecanımdan dolayı iş yerinin yolu daha da uzuyorken Hoseok sinir bozucu gülücükler gönderdi telefonun diğer ucundan.

"Hiç şaşırmadım Taehyung, aslında geç bile kaldınız sizi ahmaklar!"

𝘽𝙚𝙨𝙩 𝙁𝙧𝙞𝙚𝙣𝙙 𝙊𝙧 𝙏𝙧𝙪𝙚 𝙇𝙤𝙫𝙚? ASKIDA!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin