Adımlarımı boşluğa atarken, korkuyla etrafıma baktım. Karanlık âdeta beni içine çekmişti. Nerede olduğumu bilmiyordum ama tek bildiğim bu karanlığın sonsuz olduğu... O kadar yürüdüm ama hiçbir şekilde ışığa ulaşamamıştım. Sanki buraya hapsedilmiş ve öylece eriyip gidiyordum. En son ne olduğunu az çok hatırlıyordum ama anılar kesik kesikti.
Birden ayaklarım yerden kesildi. Ne olduğunu anlamadan havalanmıştım. Havada süzülürken, gözlerimi kocaman açtım. Ne oluyordu? Ölüyor muydum? Kalbim dışarıya çıktığında sesi karanlığın içinde yankılanıp , bana geldi. Boşluk hissi içimi ürpertti.
İleride beyaz bir ışık görünce hızla çırpındım ve ayaklarımı yere değdirdim. Beni tutan şey boşluğa bırakırken kalbimi elime alıp, o ışığa doğru koştum. Arkamdan bir şey geliyordu. Adımlarımı hızlandırarak ışığa ulaştım. Işığın içine ilerleyince birden bir kapıdan çıktım ve etraf aydınlandı. Beyaz bir odadaydım ve o odanın tam ortasında beyaz bir yatak vardı. Yatağın üzerindeki kişilerle kaşlarımı çattım. Yüzünün tanıdık olduğunu gördüğüm kişi yatakta oturmuştu ve kucağında bir bebek vardı. Hemen yatağın yanında bir çocuk, yatağa doğru tırmanırken beynimin içinde bu anılar can çekişiyordu.
"Çok güzel değil mi?"
Kadının naif çıkan sesi ona bakmamı sağladı. Önce saçlarına sonra gözlerine ulaştı gözlerim. Gözlerim kocaman olurken, kadının bana benzeyen yüzü yutkunmama neden oldu.
"Çok güzel... Adını ben koyabilir miyim?"
İnce sesle konuşan çocuğa odaklanamadım. Karşımdaki kadın ile ilk defa karşı karşıya gelmiştim.
"Tabii, ne koymak istiyorsun?"
Küçük çocuk bebeğin yüzüne bakıp, bir süre düşündü. O düşünürken kapı açıldı ve içeriye tanıdık bir sima girdi. Bu adamı da tanıyordum.
"Samantha. Zerius Prensesi Samantha Fray."
Küçük çocuğun ağzından duyduğum isim ve tanıdık kelimeler ona bakmama neden oldu. Bakışlarının tanıdıklığı ona bir adım atmama neden oldu.
Alec...
Orada oturan Alec'in ta kendisiydi, kadın ve adam Kral Arthur ve Kraliçe Cora'ydı. Yani anne ve babam."Samantha güzel isim oğlum. Prenses Samantha'nın ismini bütün herkese duyurma vakti."
Kral Arthur'un ağzından duyduklarım gülümsememe neden oldu. Beni seviyorlardı. İsmimi Alec koymuştu ve ben onların tek kızıydım. Peki beni neden bıraktılar?
Birden ortam değişirken, etrafıma şaşkınlıkla baktım. Buraya nasıl gelmiştim! Bembeyaz duvarlarda asılı olan resimlerde gözlerimi gezdirdim. Daha yakından görmek için yaklaştığımda bunun aile fotoğrafı olduğunu gördüm. İlk resimde toplu bir aile fotoğrafı vardı. Bebek olan benim bebekliğimdi.
Fotoğraflara bakarak ilerlerken, uzaktan bir gülüşme sesi duydum. Hemen ilerideki pencereye ilerleyip, ne olduğuna baktım. Alec elinde top ile annesine koşuyor ve arkasından paytak adımlarla koşan bir ben vardım.
"Hadi Samantha, yakala beni!"
Alec'in gülüşü yüzümü güldürürken, bu anıların içinde kendimi hissetmek istedim. Bir an o zamana dönmek istedim. Tamam abim Justin bana eksiklik yaşatmamıştı ama gerçek abimle bu bahçede koşarken, o anıların içinde olmak isterdim.
"Samantha, hadi daha hızlı!"
Alec'in sesiyle kendimi bir anda bahçede buldum. Ama o anı tamamen yok olmuştu. Bahçe alev içindeyken bir an şaşkınlıkla etrafa baktım. Yeşil yeşil olan yer tamamen gitmiş yerine alevler almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN EFENDİSİ
Science Fiction"Umutsuzluk nedir?" "Umutsuzluk bir şeye olan inancının kaybolmasıdır." "Peki sen kaybolacak mısın?" "Bana olan inancını kaybedersen, kaybolacağım." Elimi bembeyaz olmuş yüzüne götürdüm ve derin bir nefes aldım. Arkamdaki kaosu tamamen unutmuş, şimd...