22. LANETLENMİŞ YIL

544 53 13
                                    

Lütfen bölüm hakkında yorum yapmayı ve vote vermeyi unutmayın. Yarı finale bu kadar yavaş gelmesek keşke.

Hepinize iyi okumalar güzellerim. En güzel anılar biriktirdiğim bölümlerden biri daha...

Barlas Karan ve Asya Atalay için neredeyse dönüm noktası olduğu andı.

Şarkı : Jesse Marchant - Lines on shore



Şarkı : Jesse Marchant - Lines on shore

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

22. LANETLENMİŞ YIL 🌒


Geleceğimi öngörü olarak yaklaşmaya çalışsamda, gördüğüm tek şey sisli ve yelpalı bir denizdi...

" Asya hadi geç kalıyoruz."

İpeğin sesi bir anlık soyutlandığım dünyaya beni geri çekmişti.

" Asya sen derslerine odaklan biz onu buluruz."

Hiranın soğuk çıkan sesini arasında üstüme kapanan telefon söyleyemeyeceğim çok şeyi varlığından yoksun kıldı. Elimdeki telefonu sırt çantamın ön cebine atıp sessizce servise bindim. İpeğin yanına geçip oturdum.

" Bir sorun mu var? "

Durgun gözlerimi İpeğe çevirdim. Her an boşluğa düşüp, düşüncelerin arasında kaybolacakmışım gibi hissediyordum. Başımı hayır anlamında sallayıp, cam kenarında gözümün, bulanıklaştıran manzaranın önüne düşünceler ve suçluluk duygusu geçmişti.

Benim yüzümden başına bir şey gelmiş olabilir miydi? Başı dertte bile olsa beni neden arasın ki? Belkide sadece kafa dinlemek için uzaklaşmıştır. Beş cevapsız arama, üst üste atılmış beş cevapsız arama. Nasıl cevap vermemiştim? Ona ders vermek isterken kendim ders almıştım... Yanımda duran çantayı hızlıca kucağıma koyup ön cebinden telefonumu çıkardım. İpeğin şüpheli bakışlarını hissedebiliyordum, her hareketimi detaylıca izlediğini de. Ama bu şuan umrumda bile değildi. Telefonu çıkarıp Barlas'ın ismin üstüne tıkladıktan sonra kulağıma götürdüm. Kalbim hızlıca attı. İçimde tohumlaşan bir heyecan midemi bulandırmıştı. Nabzımı hissediyordum sanki.

Çaldı. Uzun bir süre çaldı. Defalarca çaldırdım, ama cevap vermedi.

" Asya sence de artık bir şeyler bana söylemen gerekmez mi?"

Başımı İpeğe döndürüp onuncu çaldırışımı yapıyordum. Telefonum kulağımdayken, İpeğede haksızlık yaptığımın farkındaydım. O bana çoğu sırrını açmıştı ama ben ismim ve yaşımdan ilerisini götürememiştim. Mahçup bir şekilde yüzüne baktım.

" Lütfen bana biraz zaman ver. Zamanı gelince söyleyeceğim."

Uzunca yüzümü izledikten sonra başını anlayışlı bir şekilde salladı.

" Peki, bekleyeceğim" dedi.

Telefonum tekrar açılmadı. Onun sesini bekledim, ya da herhangi birinin. Hala bir yerlerde nefes aldığını bilmek istiyordum.

Umrumda olmamalıydı, ölmesi için ilahi bir güç dilemem gerekiyordu. Ama olmadı, korku içime mezarın üstüne yazılan isimler gibi kazıldı. Bu sefer ölmemesi için ilahi bir güç diledim. Sesini duyup içimin boğulan yere nefesini üflemesini istedim. Hiçbiri olmadı, zaman aleyhime işlemesi gerekirken lehime işledi. Telefonumu umutsuzca çantama koydum. Servis durunca, camdan gördüğüm okula baktım. Gerçekten bu kadar insan üniversite sınavı için buralara geliyor muydu? Ben böyle yerlerin olduğundan bir haberdim oysaki. Dershane gibi demek istesem de çok daha farklı duruyordu.

İpekle servisten indikten sonra okulun bahçesine doğru yürüdük. Bedenim buradaydı ama aklım Barlas'ı arıyordu. Bahçenin içinde olan insanlar çoğu grup halinde, bazıların ellerinde kağıtlar vardı.

" İnsan bekler ama ya"

Arkama döndüğümde Kıvanç ve Çağrı bize doğru geliyordu. Onlar aklımdan tamamen çıkmıştı. Ama İpek neden beklememiş, ya da beklemek için beni uyarmamıştı? Çağrı benim yanıma gelirken Kıvançta benimle İpeğin arasına geçmişti.

" Bir sorun mu var?"

Başımı Çağrıya döndürdüm. Şuan burda olmak istemiyordum, uzun süre düşünmek istiyordum, üstelik daha ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyordum.

" Uykusuzum biraz." diye geçiştirdim.

Çağrı, yüzümü doğruyu söyleyip söylemediğimi anlamak istercesine inceledi. Her an anlayacak gibi bakıyordu, gözlerimi ondan kaçırıp önüme döndüm. O da daha fazla üstüme gelmemişti. Okulun içine girdiğimizde koridorda bulanan panolardan sınıflara baktık. Ben ve Çağrı aynı sınıftaydık, İpek ve Kıvanç ikisi aynı sınıftaydı. İpekle aynı sınıfta olmamak beni üzsede sınıfta tanıdık biri olacağı için seviniyordum.

Kıvanç elini tekrar İpeğin boynuna attı.

" Oh be bir an tek kalacağım sandım." İpeğe bakarak sırıtarak. " Şimdi sınıfta ne kızlar vardır. Bana güzel bir kız bulursun değil mi?" diyip göz kırptı.

Son söylediğine şaşırırken belli etmeyerek İpeğe baktım. Yüzü düşmüştü, Kıvanç'ın boynuna sardığı kolu geriye doğru sinirle indi. Kıvanç bir an afallayınca İpeğin beyaz teni yüzünden kızardığı hemen ortaya çıkıyordu.

" Git kendin bul, banane senin sevgili işlerinden." diyerek tersleyip arkana dönerek merdivenlerden çıktı. Kıvanç arkasından ağzı açık bir şekilde şaşırarak bakarken bize dönüp baktı.

" Ne dedim ben şimdi?"

Çağrı bilmiyorum diyerek iki elini kaldırdı. Bana bakınca bende bilmiyorum dercesine omzumu silktim.

" Hey Allahım ya, bir kızda trip atmasın. Bu siz kızların kanına işlemiş."

Kıvanç'ın da yüzü düşünce Çağrının omzuna vurup o da İpeğin arkasından yukarı çıktı.

" İpek cidden neden böyle davranıyor?"

Çağrı bana bakarak sorduğu soru ile bu erkeklerin ne kadar kör olduğunu tekrar anlamıştım. Bu Kıvanç'a özel bir şey değildi demek.

" Bilemiyorum, o da erken saate kalktı ondandır herhalde."

Kıvançın aksine Çağrı yine o şüpheci bakışlarını gözlerime dikti. Yeşil gözleri dikkatlice bakmaya başlayınca bu iş şüpheci bakıştan çıkınça gözlerimi kaçırdım. Neden yutkunduğumu bilmezken boğazımdan bir yumrukla fark etmiştim.

" Sınıfa geçelim mi? "

Konuştuğumda gülümsedi, yanağında yeni fark ettiğim yuvarlak çukur şeklinde olan gamzesine baktım.

" Geçelim hocada birazdan gelir." dedi.

Olduğumuz sınıf okulun girişinde bulunan koridorun üçünçü sınıfındaydı. Birlikte sınıfa girdiğimizde bazı kızlar öğretmen masanın üstünde oturup konuşurken erkekler sıraların etrafında toplanıp tanışıyorlardı. Öğretmen masanın etrafındaki kızlar Çağrıya gizlice bakıp kendi aralarında dedikodu yaptığına yemin edebilirdim. Bu havada mini etekli giyen kız, Çağrıya bakarak saçını kulağın arkasına koymuştu. Çağrının hakkını yiyemezdim yakışıklı çocuktu. Kemikli yüz hattı ve biçimli bir vücudu vardı. Omzu geniş, havalı tiplere benziyordu ama değildi, en azından bana karşı.

Ben en arka sıra pencere kenarına geçtiğimde Çağrıda yanıma gelip oturmuştu. Çantamın içinden telefonu çıkarıp masanın üstüne koydum.

" Gergin misin?"

Çağrıya dönüp baktım. İlk başta ne demek istediğini anlamasamda ilk günden bahsetiğini kavradım. Zoraki gülümsemeye çalışarak konuştum.

" Sayılır sen?"

Onun dudağına yerleşen gülümseme yine gamzesini ortaya çıkarıp bir çukur kazmıştı.

" Pek sayılmaz, ikinci senem sonuçta."

İlk söylediğine şaşırsamda kendi halimi düşününce, daha kötü bir durumda olduğumu fark ettim.

" Nasıl yani? kaç yaşındasın? " Kaşım kendiliğinden çatıldı.

" Yirmi" gözlerim bu sefer istem dışı şaşkınlıkla açıldı. O da şaşkınlığımı yakalamış gibi güldü.

" Bazı alevi sorunlar yüzünden bir sene okula gidemedim, diğer senede dikkatimi veremedim. Bu sene oldu oldu yoksa daha okumam." diyerek açıklama yaptı.

Son söylediğine güldüğünde bu iki haftadır hayatım boyunca hiç gülmediğim kadar güldüğümü fark ettim.

" Kızlar yerinize "

Tok bir sesle başımı kapıya çevirdim. Gözlüklü genç bir adam daha doğrusu öğretmen içeri girdi. Öğretmen, elindeki dosyaları ve bir kaç kitabı masanın üstüne koyup öğrencilere doğru döndü. Mesleğinin ciddiyetini kavrayan bir öğretmen olduğunu bütün sınıfı gözleri ile tararken somurtan yüzü ile şahit oldum. İşaret parmağı ile gözlüğünü biraz indirip çıplak gözleri ile taradı.

" Evet" dedi yüksek bir sesle.

İki elini birbirine çarparak.

" Burada neden olduğunuzu açıklamama gerek yoktur diye düşünüyorum. Sonuçta zorlu geçecek bir sınava laylaylom yapmak için gelen biri yoktur herhalde. Zaten özellikle sıfırdan başlamayı göze alıp sadece eğlenmek için biri bu okuluda tercih etmez."

Konuşurken herkesin gözünün içine bakarak konuşuyordu. Bana değdiğinde umarım gerilen sadece ben değilimdir.

" Adım Selim Yüksel, Kimya dersinize gireceğim. Umarım aranızda kimyadan hoşnut duymayan yoktur. Kimya ve fizik bilimdir. Bu dersleri sevmeyen biri bana bilimden bahsetmesin." dedi ciddiyetle.

Elimi çenemin altına koyup hocayı dinlerken gözlerim ağırlaşıyordu. Çağrıya göz ucu ile baktığımda yan profilden bile kusursuzdu. Kaşını çattığına ilk defa şahit olurken onu ilk defa bu kadar ciddi ve tuhaf bir şekilde duygusuz görmüştüm.

Kimya hocası hala derin derin öğütler verirken benimde derin derin uykum geliyordu. Pencere kenarına biraz daha sinip kollarımı masanın üstünde birbirine dolandırıp başımı koydum. Zaten kimya dersinden anlayan birisiydim. Sıfırdan başlayacaksak ilk konular hala aklımdaydı ve dinleme gereksinimi duymuyordum. Üstelik kafam bu kadar karışırken, hala kimse beni aramamış, Barlas'ın durumunu bilmiyordum.

Çağrıya başımı döndürüp pencereden kasvetli havayı izledim. Soğuktu aynı Barlas gibi. Uğursuz bir uğultusu vardı, Barlas'ın ses tellerinden ilham almıştı sanki. Esip gürlüyordu, yerde ne varsa kendisiyle birlikte savuruyordu. Aynı beni savurduğu gibi. Göz kapaklarım önüme düşünce karanlıkta kalırken bile aklıma gelen tek şey Barlastı o ve siyahi gözleri. Herşey onu bu kadar hatırlatırken o kokusunu bir anlık o kadar çok istemiştim.

Gözlerimi açtığımda hiçbir şey değişmemişti, her yer karanlıktı. Nerede olduğumu kavrayamazken ayakta mıydım yoksa oturup uzanıyor muydum onu bile hissedemiyordum. Sanki bütün parçalarım silinmiş, geriye sadece gözlerim kalmıştı. Ve şuan sesini duyamadığım kalbim. Etrafa bakıyordum ama bakmıyordum da çünkü nereye baksam aynı karanlıktı, karanlıkta değildi tam olarak, simsiyahtı boş bir kağıta dökülen siyah mürekkep kadar siyahtı. İçimde canlanan korku adım adım bedenimin varlığını hissettirdi, bacağımı hissettim uyuşmuştu, tir tir titriyordu. Daha neyden korktuğumu bile bilmezken bedenim çıldırmış gibi korkup titriyor nefessiz kalıyordu. Çok acı bir feryat içimde yükseliyordu. Ben bunları neden hissediyordum?

Ve bir ses fısıldadı. Bütün acılarıma cevap olan bir ses. Tek bir ses ve tek bir isim bütün acılarımın denklemini çözdü.

" Belki bir gün benden kurtulursun,
yarım kalan yaşamına devam edersin. Karanlığa dair hiçbir lekeye bürünmeden, belki varlığımı bile unutursun. Yaşadıkların bir kabus olduğuna ant içersin. Ama olurda çok üzülüp gecenin karanlığına sığınırsan, beni hisset. Çünkü ben hep, kalbine doğru uzanan damarın içinde, ruhuna sinmeyi bekleyeceğim. " Ve sindi, öyle bir sindi ki; fırtınalar dağları taştı. Gök gürledi. Ağaçlar sağ sola savruldu. Rüzgar acı içinde bağırdı. Gökyüzü karardı. İçime çektiğim her nefes içime girdiği an zehirlendi.

" Asya"

Benim dünyam olan herşey acı çekti. Barlas acı çekiyordu.

" Asya uyan."

Göz kapaklarımın üstündeki ağırlık acılarım kadar ağırdı. Kaldıramadım. Bu kabustan sıyrılmakta güçlü çekiyordum. Ve bir anda gözlerimi açtığımda karşısımda iki çift siyahi gözler görmeyi dilerken iki çift koyulaşmış yeşiller gördüm.

" İyi misin? "

Bulunduğum ortam bana yabancı geldi. Başımı ağırca kaldırıp etrafa baktım. Benim şuan o yatakta olmam gerekiyordu. Üstüme bir katilin kokusu sinmesi gerekiyordu. O soğuk elin beni üşüttüğü kadar yakması gerekiyordu. O siyahi gözleri beni delip geçerken onun o sözleri beni paramparça etmesi gerekiyordu. Ve hiç olmadık yerde bana sarılıp uyutması gerekiyordu. Olması gereken buydu, ben neden burdaydım?

" Asya sen iyi misin? Kabus mu gördün?"

Çağrı yüzümü iki elinin arasına aldığında o sıcak eller beni ürküttü. O soğuk ellerinden ardından bu eller çok yabancıydı.

" İ-İyiyim."

Çağrı kızar gibi kaşını çatıp yüzünü gerdi.

" Ama ağlıyorsun."

Yanağımdaki eller yavaşça çekilince elimi yanağıma koydum. Islanmıştı, parmağıma baktım." Ağlıyorum" diye fısıldadım. Bulunduğum ortamla birleşince sınıfta tek tük insan olduğunu fark ettim. Zil çalmış olmalıydı. Çağrı endişeli bir şekilde benden hala bir açıklama bekliyordu.

" Kabus gördüm." diyerek doğruları söyledim.

" Anlatmak ister misin?" Çağrı'nın yumuşamış yeşil gözleri beni sakinleştirmeye çalıştı. Bana uzattığı suyu alıp iki veya üç yudum içtim. Başımı hayır anlamında salladım. Masamın üstünde telefonumu aradım.

" Burda"

Çağrıya dönüp baktım. Elinde telefonum vardı. Yüzüne bakmadan telefonu elime aldım. Ben bir açıklama beklemezken Çağrı durduk yere açıklama yapmıştı.

" Uyurken telefonun düşücekti bende alıp çantama koydum. Çantanı karıştırmış gibi olmasın diye kendimkine koydum."

Telefonumun üstünde kilit yoktu, zaten içinde önemli bir birşey de olmadığı için umrumda olmamıştı. Rehberde Hira'nın numarasını aradım.

" Sorun değil " dedim Hiranın numarasını bulunca. Telefonu kulağıma koyduğum an, sınıfın içine giren Hirayı görünce dona kaldım. Bütün ciddiyetti ve güzelliği ile karşımdaydı. Sınıfta tek tük erkeklerin ağızları açık bir şekilde Hirayı izlerken Hira bana doğru geldi. Çağrıya baktığımda kaşlarını çatmış ondan etkilenmek yerine kim olduğunu çözmeye çalışmıştı, çünkü bana doğru geldiğini görüyordu. Hira sıramın yanına kadar gelip bana baktı.

" Çantanı al canım, bugünkü derslerine girmeyeceksin. Gitmemiz gereken bir yer var."

Hira yanımda oturan Çağrıyı ince ince süzüp kaşlarını çattı. Bu benim tanıdığım neşeli Hira mıydı? Başımı tamam anlamında sallayıp çantamı koluma taktım. Ayağa kalktığımda Çağrı da geçmem için kalktı. Sıradan çıkınca Hira arkamda dururken Çağrı hala sadece izliyor tek bir soru bile sormamıştı. Bana kızmış gibiydi nedeni bile çözemezken, yeşil gözleri koyulaşmıştı.

Çağrıya mahçup olmuş gibi baktım.

" Bügünkü davranışlarım için özür dilerim. Bazı sorunlar yaşıyorum lütfen anla beni."

Kasılmış yüz kemikleri yumuşayınca anlayış göstermiş gibi başını salladı. Yanıma gelip bana sarıldığında bedenim kaskatı kesildi. Bunu beklemiyordum. Benden ayrılıp elini yüzümün üstüne koydu.

" Bir şeye ihtiyacın olursa bir telefon uzağındayım. "

Başımı tamam anlamında sallayıp gülümsedim.

" Teşekkür ederim." Çağrı da gülümsediğinde Hira gidelim demişti...

Sınıftan çıkmak üzereyken İpek ve Kıvanç karşıma çıktı. Yanımda Hirayı gören İpek bir an duraksadı. Kıvançın ise ağzından sallaya akmıştı resmen.

İpek bir şey söylemek üzereyken İpeğin omzuna elimi koydum.

" Gelince anlatacağım."

İpekte başını sallayınca Kıvançta aynı tepkiyi vermişti. Hira onlarıda en ayrıntısına kadar incelemişti. Onların yanından sıyrılıp koridordan geçip dışarı çıktık.

" Barlas, onu-"

Hira bana dönüp içerdeki maskesini indirip o tanıdığım Hirayı bana gösterince içime su serpilmişti. Yüzü düşmüştü.

" Bulamadık."

Bahçeden çıktımızda Emre'nin ve Ulcay'ın arabası dışardaydı. Emre, Sıla ve Ulcay, Emrenin arabasına yaslanarak kollarını bağlamış birbiri ile konuşuyorlardı. Sıla siyah deri bir pantolon ve deri bir ceket giymişti. Ulcayın mavi kot ceket ve siyah pantolon giymiş, Emre ise siyah bir mont ve siyah bir pantolon giymişti aynı Hira gibi.

Onlar beni görünce kapıdan ayrılıp bana doğru bir kaç adım attılar. Yüzleri düşüktü, benim yüzüme ayna tutmuşlardı sanki.

" Nasılsın?" diye sordu Emre.

" Bilmiyorum" diyerek dürüst oldum.

Sıla'nın belindeki silahı görünce şaşkınlıkla gözlerim açıldı.

" Sana ihtiyacımız var Asya." dedi Ulcay.

Hepsinin gözlerine teker teker baktım. Ama hepsi aynı ifadeye takılmıştı. Barlas gibi buz gibi.

" N-Nasıl yani?"

Gördüğüm silaha bakarak konuştum. Bana nasıl bir ihtiyaçları vardı?

" Barlas'ı her yerde aradık ama bulamadık. Bakmadığımız bir yer kaldı. "

Başımı silahtan çekip Hiraya baktım. O üzgün ifadesi kaybolmuş diğerleri gibi bakıyordu.

" Doğduğu ev."

Şaşkınla başımı Emreye çevirdim. Doğduğu ev, doğduğu ve öldüğü ev. Bir çocuğun kaybı, bir ailenin yıkımı. Cehennemin ilk kibrit ateşi. Bir şeytanın doğuşu.

" Siz neden gitmiyorsunuz? " dedim zorlukla çıkan sesimle.

Sıla başını iki yana salladı.

" Oraya gitmeyi hepimize yasakladı kendine bile. Belki çiğnemiştir diye düşünüyoruz. Eğer orda değilse, bunu öğrendiğinde bize affetmez. Ordaysa yine affetmez."

" Ama sen bunların dışındasın Asya. Şuan gidebileceğimiz tek kişi sendin." diye tamamladı Hira, Sılanın lafını.

" Barlastan nefret ettiğini biliyoruz, bu senin için belkide bir fırsat. Senin kaçmana izin veremeyiz ama seni oraya gödermeye de zorlayamayız. Şuan her şey senin elinde. " dedi Emre kaybetmenin korkusu ile.

Hepsinin yüzünü inceledim, yüzlerinde bir maske vardı. Sadece bir tane kimsenin arkasını göremeyecek kadar ciddiyettin üst üste bürünmüş hali ile. Oysa görüyordum şuan içlerinin korkuyla deştiğinin. Barlas'ı kaybetmek düşüncesi bile onları yıkmıştı. Dışarda gürülen evin içinde nasıl harabeye dönüştüğünü görüyordum.

Peki ya ben? Ben ne yapmalıydım? Kabul etmeli miydim? Yoksa bunca zaman yanımda duran insanlara arkama dönüp olması gerekeni mi yapmalıydım?

" Gideceğim." dedim kararlı bir sesle. Yalan söyleyip sadece onlar için demeyecektim. Barlas için de oraya gidicektim. Cehennemi tekrar yakmak, hayat çarkıma acılara bağlayarak dönmesini tekrar sağlayacaktım. Gözyaşlarımla kendime bir okyanus kurduğum zamanlara geri dönüp belki boğulmaya devam edicektim. Belki bir gün onu kurtardığım için pişmanlıkla kıvranacaktım. Ama ben bunu ben olduğum için yapacaktım. Olduğum kişi için.

Emre ve diğerleri birbirine bakıp gülümsediler. Tek bir kelime umutlarına uçurtma bağlamıştı.

" Gidelim o zaman, biz seni dışarda bekleyeceğiz." dedi Emre umut dolu sesi ile.

Başımı tamam anlamında salladığımda Ulcay ve Hira, Emrenin arabasının arkasında bulanan Ulcayın arabasına bindiler. Ben Sıla ve Emre, Emreninkine.

Arka koltuğa binip pencerenin kenarına sindim. Hisselerimi, bir kavanoza hapsedip okyanusun en derinliklerine gömdüm... Eğer ordaysa ve bana kızarsa ona karşı gelmemin gerektiğini biliyordum.

O yurtta iki hafta geçirmiştim, Barlasın soluğu olmayan bir yerde iki hafta. Kendimle defalarca konuştum, bana ne olduğunu değişip değişmediğimi içime saklanarak çözdüm. Değişmiştim, hemde çok kötü bir halde, acınacak haldaydim. Zavallıydım. Barlas'ın üzerime bıraktığı etkiyi düşünürken bile içime giren bir sızı bütün damarlarıma yayılıyordu. Bana dokunduğunda, nasıl sustuğumu anımsadım. O kelimelerin beni nasıl zehirlenmesine izin verdiğimi hatırladım. Bana o kadar çok şey yapmıştı ki, sadece bir kaçını bile zihnimi kanata kanata hatırladığımda tir titredim. Küçülüp, yatağın köşesine sindiğimi anımsadım. İpeğin ve diğerlerinin bana neden bu kadar çabuk korktuğumu sorduğu zamanı düşündüm. Biriyle konuşurken bile konuşup konuşmamak arasında kalıyormuşum, genelde susup sadece izlemeyi tercih ettiğimi söylemişlerdi. Durduk yere bana psikoloji sorunları yaşayıp yaşamadığımı sormuştu İpek...

Geriye kalan bir bir buçuk hafta boyunca İpek bana sorgusuz sualsiz, ne olduğunu bile sormadan cesaretli biri olmam için uğraştı. Susmanın bir kaçış olduğunu sanıyordum, başından beri. Oysaki her sustuğumda daha büyüdüğünü, daha çok üstüme gelinmesini kolaylaştırdığımı söylemişti. Susmak, benim için görülmez bir çığlıktı. Öyle de olmuştu, suskunluğumu aciz bir tınısını bile duymamışlardı...

İki haftada cesaretli biri olduğumu söyleyemezdim, hala Barlas'ın etkilerini, varlığını hissedeceklerini diri tuttum. Ne kadar kendimi geliştiştirdiğimi bilmiyorum, öğrenmek için birazdan Barlasla yüz yüze gelecektim. Belkide onu gördüğüm an İpeğin bütün uğraşlarını bir kağıt gibi avuçumun içinde buruşturup çöpe atıcaktım. Ona nasıl karşı geleceğimi bile bilmiyordum ki ben. Onu şuan göreceğimi düşünürken bile iğneli bir ipliğin içimden geçerek uzandığını hissediyordum. Üstelik bulanacağım yer her şeyin başlangıçıydı.

Geleceğin, geçmişe diz çöktüğü yerdi.

Araba durduğunda solumda duran eve baktım. Kocaman geniş bir bahçesi vardı. İçeresinin yeşilliklerle büründüğünü uzanan ağaçlardan anlayabiliyordum... Sıla arkasına dönüp bana baktı.

" Sadece bak ve gel. Lütfen etrafı kurcalama. Eğer ordaysa bizi ara."

Başımı Sılaya döndürüp başımı tamam anlamında salladım. Arabadan indiğimde arkada duran Ulcayın arabasına baktım.

Karşımda duran eve, adım adım ilerledim. Bacaklarım geriye gitmem için beni itiyordu. Çünkü adım attığım her saniye göğüsüme bir ok saplanıyordu... Kendimi bunca zaman içimde saklamıştım. İçimdeki kötü duyguları köşe bucağa gizledim. Bir gün gelecek ve kendimi o kaçtığım, köşe buçakta bulacaktım.

Karşımda duran demir kapıyı ileri doğru ittiğimde geriye doğru açılırken çıkardığı o ses, geçmişin ayak sesleriydi. Büyük bir villah, etrafı çiceklerle dolu mutlu günlerin izlemi ile canlı duruyordu sanki. Evin kapının önüne geldiğimde iki basamağı çıktım.

Kapı sonuna kadar aralıklıydı. Az önce mutluluğu yansıtığını söylediğim ev, o tenha yollara benzemişti. Soğuk, karanlık, tüyler ürpertici. Geçmişin soğuk nefesini ensemde hissettim. Geçmişin yanan gözleri, şuan karşımdaki kapıya bakıyordu. Boynuma eğildi ve fısıldadı. ' Beni yakaladın, şimdi gir ve gör. Biz kimiz?'

Biz? Biz dediği kimlerdi?

Söylediğini yaptım, attığım ilk adım; daha varoluşumu kabullenmeden, yok oluşun eşiğinde olduğumu hissettirdi. Uzun bir koridor, sinsi sinsi geçişimi bekliyordu. Yürüdükçe sanki duvarlar adımlarımı izliyordu. Bu duvarların şahit olduklarına, şahit olmak istemezdim. Sağımda duran bir evin büyüklüğü kadar geniş bir salon. Evin duvarlarda asılı bir kaç manzara tablosu, ve önümde bana arkasına dönmüş açık kahverengi bir koltuk. Önümde duran iki basamaklı merdivenlerden indim. Evin içine attığım her adımın yankısı, geçmişin acı çığlıklarıydı.

Koltuğa doğru yaklaştıkça bacaklamın çekildiğini hissettim. Solumda duran boş çerçevelere baktım. Sanki bu evde birilerinin yaşamını silmek istemişler, fakat becerememiş gibilerdi.

Ve onu gördüm, yansımasını. Korkunçtu. Kalbim durmadı, hızlıca çarptı, göğüs kafesim kırıldı. Kan oluk oluk aktı. Kemiklerim ruhumu derin bir şekilde cizdi.

Barlas, oturduğu koltuğun arkasında dururken kendi yansımamı silen ayna Barlas'ın resmini çizdi. Karşısında dikdörtgen şeklinde duvara monte olan ayna ona tuttuğu bütün kirliliği ile baktı.

Barlas, bir bacağının ayağını diğer bacağının üstüne koymuştu. Geriye doğru yaslanan çıplak sırtı, koltuğa kendini hissettirmişti. Kolunun dirseğini koltuğun üstüne koyarken elindeki kristal bardağın, yarım kalmış açık kahverenginde olan içkisine, siyah gözleri ile izliyordu. Bardağın bir sırrı çözmek istercesine detaylıca inceliyordu.

"24.03.1994" dedi sakin bir sesle.

Bugünün ayı ve günüydü. Peki ya tarih? O neye şahit olmuştu da Barlas'ın zihninde çivilenmişti.

" Kutsal olmayan bir çocuğun yeryüzüne indiği an." diyerek devam ettirdi.

Gözlerim yavaşça irice açıldı. Tüten kara bir duman içimde yayıldı. Kızıl bir ateş, siyah bir mumun üstünde yakıldı. Mum eridikçe, akan şey bir kadının rahmindeki akan kandı. Bügün Barlas'ın doğum günüydü.

" Dünyaya bir katil daha göz açtı."

Bardağa bakan gözleri, yukarı çıkıp yansımama değdiğinde o siyahi gözlerde, denize düşen yağmur damlasının kaybolduğu gibi kayboldum.

" Eğer elimde olsaydı. Doğduğum gün Tanrıyla konuşur, beni cehennemine alması için yalvarırdım. "

Elindeki bardağı koltuğun dışına çıkarıp parmaklarını serbest bırakarak yere düşüp kırılan bardağı izledim.

" İnsanoğlu, onlar ayak bastığı her yeri çirkinleştiren yaratıklar" dedi.

Gözlerime bakan soğuk bakışları yavaşça ısındı. Körü körüne yanan bir ateşe çevrildi.

" Cehennemi cennet yapan, yalancılar." dedi onlardan iğrenir gibi.

Barlas sırtını ayağa kalkmak için koltuğa kendini hasret bırakarak ayrıldığında ; sırtında gördüklerimle sadece bir adım geriledim ve durdum... kanım, beynim, zihnim, ruhum durdu.

Sırtında kurumuş kanlar, cizikleri belli etti. Öptüğüm o ciziklerinin yanına yenileri, bir geçmişe acılan pencere ile darbe atmıştı.

" Ve biliyor musun? En büyük yalancı insanoğlu, senin baban."

Barlas bana yavaşça döndü. Ve ben bir canavarın varlığına şahit oldum... Küçük bir çocuğun yatağın üstünde oturmuş yorganı dizlerine kadar çekip, karşısındaki kapının ardındaki canavarı bekler gibi bekledim. Ve kapı gıcırtılı bir sesle aralandı. Ve bu beden kapının arkasında saklanan canavardı.

" Her şey yalandı." dedi.

Şaşkınlığım herşeyim zihnimin içinde kaldı. Karşımda metrelerce adım bıraktığım adamın gözlerine donuk bir şekilde baktım. Ben ne karşımdaki adamı tanıdım, ne de sözlerin varlığını.

KARANLIK TUTKU +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin