13

1.4K 120 95
                                    


Keyifli okumalar ♡

"Beni eve bırakır mısın?" Dakikalar sonra ağzımdan çıkan, çıkabilen tek kelimelerdi bunlar. Gözünün içine baktığım adam önce belli belirsiz kaşını çatsa da ardından gözünden çok ince bir duygu geçmişti. Seçememiştim.

Elini yine belli belirsiz bel boşluğuma bırakıp beni çıkışa yönlendirdi. Robot gibiydim. Dokunuşunu her hissettiğimde ağzımda atan kalbim başka seçenek de sunmuyordu bana. Liseli ergenler gibi hissediyordum. Ümitin ağzının içine içine bakıyordum. Gözlerindeki her ifadeyi ezberlemek istiyordum. O ışıltılara eşlik eden sıcacık bakışını zihnime kazımak istiyordum. Ama tek yapabildiğim onun yönlendirmesiyle dışarı çıkmak olmuştu.

Küçük bir el işaretiyle personelden arabamı isteyince aklıma yeni gelen ihtimali sordum "senin araban boşta kalacaksa kendim gidebilirim" gidemezdim. Gitmek de istemiyordum. Kalbime sahip olmanın sorumluluğunu tümden alsın istiyordum.

Kafasını iki yana sallayıp gülümsedi, eli hala belimdeydi. Ya unutmuştu ya da onun da hoşuma gitmişti "taksiyle gelmiştim" diye açıkladı.

Önümüzde duran arabamın yolcu kapısını açtı Ümit. Ben adımlayınca elini arabanın üst yerine koydu kafamın çarpma ihtimaline karşı. Bu hareketiyle düz duran ifadem yerini gülümsemeye bıraktı. Yaptığı bu hareketin farkında olmadığını ben gülümsediğimde onun şaşkınlıkla eline baktığında anlamıştım.

Gülümsemem büyüyünce "meslek alışkanlığı--" deyip keskin şekilde durdu. Anlamaz gözlerle bakınca o da aynı ifadeyle bakakaldı bana. "hani derler ya alışkanlık falan, meslek alışkanlığı diye espri yapmak istemiştim ama dediğim an kendimden soğudum" deyip yüzünü tatlı şekilde buruşturdu. Utanmasam. Hatta utanmazdım da ama etrafta kamera olma ihtimali olmasaydı buruşturduğu dudaklarından öperdim. Şimdi, şu an.

Kapımı kapadığı gibi hızlı adımlarla sürücü koltuğuna yerleşip kendine göre ayarladı. Boyu benden uzun diye hava atıyor da olabilirdi, daha çekici görünmek için, bilemedim.

Arabayı çalıştırıp gözümün içine baktı. Bir şey bekliyordu ama ne olduğunu anlamamıştım. Bende ona aynı şekilde bakınca kısık bir gülümseme sunup "e adres?" Deyiverdi.

"Şimdi bilmiyorum ayağına yatma, onu da biliyorsundur sen" dedim hafif alaysı sesimle. Kızgın değildim. Açık açık söylemişti zaten beni izlediğini.

Dediklerimle kocaman gülüp "giderdim de seni ürkütmek istemedim" deyip arabayı yola sürdü aynı anda. Gerçekten adresimi biliyordu. Şaşırmamıştım. Bende gülümseyip yan tarafta akan yola odaklandım.

Dipsiz bir suya dalıyordum. Hemde soluksuz şekilde. Yanımda samimiyetine inandığım hakkında isminden başka hiç bir şey bilmediğim adamla. Boğulur muydum. Belki. Ama hiç bir boğulma annemin öldüğü yılki gibi beni nefessiz bırakmazdı zannımca ya da Fuatın beni antidepresanlara muhtaç ettiği yıllarla yarışamazdı. En dibi görmüştüm.

Sessiz geçen yolu ne o ne de ben bozmak istemiyorduk. Dönüp ona baktığımda büyük bir ciddiyetle yola odaklandığını görmüştüm. Hafif çatık kaşları zihninin bir köşesinde daima bir şeyler düşündüğü hissini veriyordu, ilk tanıştığımdan beri. Olgunluğu, yaşını aşıyordu. Beni bile aşıyordu.

Eve varınca bahçede park edeceği yeri elimle işaret ettiğim gibi geçip park etti. Inip eve adımladım ağır ağır. Pesimden geliyordu. Kapının önünde durup ona döndüğümde soluk ifadesi tekrar canlandı. Yorgun bir gülüşle anahtarımı uzattı.

"Gelmek istemez misin?" Hafif üşüdüğüm için ellerimi cebime koyup kendimi kastım.

"Ailen rahatsız olmaz mı?" Deyip ensesindeki elini öne uzatıp evi gösterdi.

Garipsemiştim açıkçası. Benimle takılan herkes adımdan önce soyadımı bilirdi hatta benden önce babamı bilirdi. "Gerçekten mi?" Diye sordum sorduğu soruyu es geçip.

Kaşlarını çatıp anlamaya çalıştı. Daha da açarak sordum "gerçekten mi? benim kim olduğumu bilmiyor musun?"

Karanlıkta olsa bile çenesinin hafif kasıldığını bir kaç kez üst üste yutkundugunu gördüm. "Kimsin?" Diye sordu. Sesinin sert çıktığının farkına varmış gibi devamında daha ılımlı şekilde ayarladı "sapık değilim, sadece bilmem gerektiği kadar izledim anlattım sana bunu" diye sitemlendi.

Sinirlendiği şeyi anlayınca oflayıp dudak büktüm "onu mu diyorum? Ben Fırat Çağdaş?" Deyip gözlerimi diktim yüzüne. Mimik oynamadı.

"Harun Çağdaşı tanıyor musun?" Diye sordum bu kez. Günün yorgunluğundan olsa gerek o parıltılı bakışları donuk haldeydi, kafasını iki yana salladı.

"Bakan Çağdaş?" Diye hatırlattım. Çünkü haberlerde mutlaka adı geçerdi babamın. Tanımaması imkansızdı.

Soluk ifadesiyle "tanıyorum" dedi önce. Ardından yeni aydınlanmış bir ifadeyle bana baktı derin derin. "Ha sen Fırat Çağdaş, onun oğlu" diye son kelimeyi hayret ve şaşkınlıkla uzattı. Onun bu şaşkın ifadesine kahkaha atıp kafa salladım.

"Ne diyeceğimi bilemedim. Bir de kendime en iyi stalker ödülü falan vermeyi düşünüyordum" deyip gülümsedi. Utanmıştı belli.

"E gelecek misin? Babam Ankara da yaşıyor?" Diye direttim. Uzak durmak istemiyordum en azından hislerimi derinliğini kabul ettiğim ilk gece yalnız kalmak istemiyordum.

"Annen?" Diye sordu, durağan şekilde. Bunu beni tanıyan biri sorsaydı art niyet arayabilirdim sorusunda, sesinde. Özel bir araştırmaya girmeyen kimse bilmezdi haliyle annemin öldüğünü. Hakkım değildi ama bu sorusuyla minik bir sızı hissetmiştim kalbimde, incinmiştim. Ümit beni tanımıyordu nihayetinde. Içimden geçen incinmişlikleri alelacele süpürüp cevapladım "benim annem intih--" deyip susturdum cümlelerimi.

Utanmıştım. Iliklerime kadar hemde. Normalde öldü deyip geçiştirdiğim meseleyi ona uzun uzadıya anlatmak istemiştim. Ama aynı zamanda susup ben konuşmadan beni anlasın istemiştim. "Annem yok benim" diye çevirdim cümlemi.

Yüzündeki o yorgun ifade garip bir hal aldı ardından bir kaç kez ağzını açıp bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama sustu. "Sorun değil alıştım artık. Biliyorum o mutlulukla beni izliyor."

"Özür dilerim, ama genç yaşında.." deyip sustu muhtemelen neden öldüğünü merak ediyordu ama sormaya dili varmamıştı. "Kalp krizi" deyip gök yüzüne baktım. Umarım izlediği yerden beni affederdi. Ondan değil durumundan utanmış olmamı kendime yedirememiştim o an.

"Hadi" deyip kapıyı açtım. Içeri adımlarken aşırı derecede ağır hareket ediyordu. Yüzünde keskin bir ifade vardı. Az önce kırdığı pot, günün yogunluğu belli ki onu yormuştu.

Kapının önünde durup eve gelişi güzel baktıktan sonra "ben girmesem mi ya?" Dedi.

"Bi kahve içmeni isterim en azından" deyip ısrarımı belirttim "tuzlusu sonraya" diye mırıldandım. Beni duymadı, evi incelemekle meşguldü.

Salona geçip oturduğumuzda yeni yetme aşıklar gibi her birimiz bir köşeye oturmuştuk. Karnından çok ince bir ses duyunca ifademi bozmadan televizyonu açtım. Bir kaç hareketlenmeden sonra duymadığımı sanınca rahatlamıştı. "Ben acıktım bir şeyler hazırlayayım mı bize? Bir şeyler de izleriz hem" sorduğum an yüzüme baktı. Gülümsedi.

"Uğraşma sen, spariş edelim" deyip ben itiraz edemeden telefondan ne yiyebileceğimizle ilgili bir kaç yere baktı.

"Ya boşver onları, hazırlarım ben" deyip ayaklandığımda  "hayır!" Diye itiraz etti. Bir an çok kısa bir an benim hazırladığım bir şeyi yemek istemediğini düşündüm. Benim düşüncemi bölen o çocuksu sesi oldu "birlikte ilk defa uzunca vakit geçireceğiz, yemekle uğraşmayalım şimdi" deyip gülümsedi. "Gelene kadar sohbet ederiz, gelince bir şeyler izleriz sonra giderim" diye tamamladı. Baskın tavrı aynı anda değişip çocuksu heyecanına karışıyordu.

Düşüncelerimi parçalıyordu. Hakkında hiç bir fikre varamıyordum. Tek bildiğim şey Ümit ince ince giriyordu kanıma.


Canlar, çiçekler ^.^ hikaye hakkında ne düşünüyorsunuz öğrenebilir miyim? Çünkü hikâyenin gerçek gelişme bölümüne girmiş bulunmaktayız da🤭

İADE-İ İTİBARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin