Hayatımın en büyük hatasını bu sabah yaptım.
Sen mışıl mışıl uyurken, başını benim boynuma gömmüşken ve kolların da tişörtümün altında bana sıkıca sarılmışken, ben çalar saatimin sesiyle uyandım, ve çok, çok zor olsa da, kendimle çok büyük bir savaş vermek zorunda kalsam da, kendimi zar zor senin kollarının arasından çekip çıkardım, ve seni öyle bıraktım.
Belki de bu yüzden kendimi sapsalak bir gün geçirmeye alıştırıyorum.
Kafeye gidene kadar ayaklarım ne kadar geri sayıyor, bilemezsin. Binlerce kez derin bir nefes alıyor ve kendimi bugün olsun kafede çalışmaya resmen zorluyorum. Neyse ki kafe yakın, ben kafamda onun hesabını yaparken bile, çoktan varmış oluyorum, cebimde anahtarlar şıkırdıyor. Daha kimse gelmemiş. Eyvah ya, birkaç dakika daha durabilirdim yanında... Aptalın tekiyim ben.
Kafeye geçiyor, arka odada üzerime barista gömleğimi ve ufak papyonumu geçiriyor, ardından saçlarımı düzeltiyor ve ayna karşısında müşterilere sunabileceğim gülümsememi taklit ediyorum. Biraz neşe, fazla değil. Diş etlerin gözükmesin. O kadarına da gerek yok, insanlar kur sanır sonra, ya da iğrenir, kaçar giderler. Ama imkansız, ki. Ne zaman gözlerimi kapatsam gözümün önüne geliyorsun, dünyamdaki en güzel şey, ve ben çoktan salak bir gülümseme sergiliyorum.
Tezgahı siliyorum, kahve çekirdeklerini ve şurupları yeniden dolduruyorum, makinemi temizliyorum, bardakları diziyorum. Birkaç gün önce bana bir işkence ya da kafa dağıtma yöntemi gibi gelen her şey, sadece terapi gibi. Artık güneş çok parlak doğuyor, vücudum o kadar da ağrımıyor ve insanların kafeme gelmesi için can atıyorum.
Jimin, Jungkook ve Taehyung, üçü de aynı anda geliyor.
" Hyung? " diyor Jimin, şaşkın bir şekilde, etrafa bakarak. Bütün sandalyeleri indirdim, masaları ve menüleri düzenledim, üst kat da keza. " Bugün gelmeni beklemiyordum. "
" Üzerinize çok fazla iş düşsün istemedim. "
" Hyung saçmalama~ Biz dün çok iyi idare ettik, öyle değil mi? "
" Evet. Jungkook'un kahveleri çok iyi, sen kadar olmasa da. " Jimin tezgaha yaklaşıyor ve ardından taburelerin birine oturuyor. " Bir sürü bahşiş topladık, biliyor musun? Bam de buradaydı. "
" Ah~ Herkes Bam'i o kadar çok sevdi ki, gün boyu şımardı durdu. "
Gülümsüyorum. İkisi taburelere otururken Taehyung çantasını bırakmak için arka odaya geçiyor, ben de onlara ikram edebilmek için espresso demliyorum. Dün çok fazla kazandıkları belli, kasa epey dolmuş, onlara epey yüklü bir maaş vermem gerekiyor, biraz da ikramiye. Kahve demlendikçe demleniyor, buhar tezgah arkasını hemen dolduruyor, ben de dolaptan biraz buz çıkarmak için bir adım geriliyorum.
Sessizlikle beraber odanın ortasında duran koskoca fil, daha da belirgin hale geliyor, ve ben de zaten yedi aylık olduğundan şüphelendiğim Jimin'in daha fazla bekleyeceğini düşünmemiştim.
" Ee, hyung? " diye soruyor, tezgaha doğru eğilerek. " Ne oldu? Yani... barıştığınızı anladık, ama... nasıl oldu? "
Gözümün önünde canlanıyor. Han Nehri, ayçiçeği, tavuklu makarna, limonlu gazoz ve gözyaşı. Hafifçe gülümsüyorum, hazırladığım kahveleri tezgaha koymak için ilerliyorum. Yüzümdeki gülümseme bile ikisinin merakla birbirine bakmasına sebep oluyor, kahvelerini önlerine koyuyorum, bir tanesi de Taehyung için, çoktan üzerini değiştirmiş, tezgah arkasında bana eşlik ediyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
barista || yoonseok, sope
Short Storyjung hoseok, her gün saat 12:03'te min yoongi'nin kahve dükkanına gelirdi.