Peki ya şimdi ne olacak?
Aklımda olan tek düşünce bu. Eve gidemedim. Hala orada, belki birkaç adım ötede bir ağacın altında oturuyorum. Etrafta artık kimseler kalmadı, hava biraz soğudu. Parmaklarımı çimlere geçirip onları yolmakla meşgulüm. Kafam ise her şeyden daha ağır.
Gerçekten benden nefret ediyor musun?
Sözlerin aklımda yankılanmaya devam ediyor. Belki gerçekten ayrılmadık, hoş, beraber de sayılmazdık. Ama sanki seni sonsuza kadar kaybetmişim gibi birkaç damla gözyaşı dökmüşüm, yanaklarımda kurumuş. Ben biraz da böyle bir adamım Hoseok, sürekli ağlarım, her şeye ağlarım. Belki de gerçekten doğru bir seçim yaptın.
Kihyun birkaç kere arıyor, biraz da mesaj atıyor ama hiçbirine bakmıyorum. Bir süre sonra telefonu sessize alıp bırakıyorum. Hava iyice soğuyunca dizlerime yaslanıyor ve başımı da dizime dayıyorum, parmaklarım toprağı eşeliyor. Bana neler yapıyorsun, bak. Beni kendine deli gibi aşık ettin, belki de gerçekten deli gibi. Saat kaç? Ne yapıyorum? Biri beni orada öldürse kimsenin haberi olur mu? Bilmiyorum.
Sadece bir şey biliyorum, o da gerçekten akıllara zarar.
Saat gerçekten gecikince ve etraftaki insan sayısı azalınca, belki bir taksi çağırmak amacıyla telefonuma uzanıyorum. Sonsuza kadar orada oturacak değilim ya? Sonuçta, beni tamamen bıraktıysan bile, bir şekilde kendime gelmem gerekecek. Belki biraz içkiyle, belki ağlarım, belki bir süre kafeyi kapatırım. Ama kendime gelirim. Gelirim, değil mi?
Bunu düşünmek bile öyle bir içime oturuyor ki, telefona uzanan parmaklarım donakalıyor.
Birden birisi omzuma yaslanıyor ve tam yanıma oturuyor. Bunun muhtemelen beni kaçırıp öldürmek isteyen biri ya da rastgele sarhoş bir adam olduğunu düşündüğüm için korkuyla geri çekiliyorum, ama bu sensin. Elinde birkaç poşet var, poşetleri yere koyuyorsun.
" Hoseok. " diye mırıldanıyorum şaşkınca, sana ve hareketlerine bakarak, yüz ifadem biraz komik. Bana bakıyorsun ve iç çekiyorsun.
" Selam. " diyorsun yavaş bir şekilde, sesin o anki soğuk havada bana sıcak gelen tek şey.
" Gitmemişsin. "
" Gitmedim. "
Bana bakıyorsun, az önceki -neredeyse yarım saat- sinirli halinden hiç eser yok. Sanırım bu ufak ara ikimize de iyi gelmiş, epey iyi.
" Özür dilerim Yoongi. " Bana bakıyorsun, karşımda oturuyorsun ama aynı anda çok da yakınsın. " O şekilde bağırmak istemedim. Seni suçlamayı da istemedim. Sadece... Bugün için epey gergindim. "
Orada oluyor olman hala bir şaka gibiyken, bir de özür dilemen beni epey şaşırtıyor.
" ...Tahmin edebiliyorum. " Sesim bir mırıldanma halinde çıkıyor ve iç çekiyorum. " Ben de özür dilerim. Sen haklıydın- ben de teklif edebilirdim, seni bu kadar strese sokmak benim suçum. "
" Öyle düşünme. "
Daha fazla konuşmadan sana doğru yaslanıyorum ve kolların aniden bana sarılınca rahat bir şekilde iç çekip, ben de sana sarılıyorum. Bütün korkularım o saniye yok oluyor ve aramızda parçalanıveriyor. Ne kadar uzun süre öyle kalıyoruz bilmiyorum ama hiç ayrılmak istemiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
barista || yoonseok, sope
القصة القصيرةjung hoseok, her gün saat 12:03'te min yoongi'nin kahve dükkanına gelirdi.