Senin gelmenden birkaç gün önce alışverişe çıkıyorum.
Normalde bu benim planım değildi ama tüm gün kafede dolanıp herkesin modunu düşürdüğüm için Jimin bunu önerdi. Bu yüzden alışverişe çıkıyorum ve elimde kalan tüm harçlığımı sana harcıyorum. Senin için kıyafetler alıyorum, aksesuarlar, parfümler. Sanki biraz hıncımdan. Sanki diğer arkadaşlarınla beraberken bunları giymeni istiyorum, bunları takmanı, bu kokuyu sürünmeni, herkesin senin bana ait olduğunu bilmesini istiyorum. Ama bir yandan da bunlarla ne kadar güzel görüneceğini düşünüyorum. Zaten güzelsin de, belki de daha güzel...
Ertesi gün kafeye geldiğimde ise içim kıpır kıpır. Çok heyecanlıyım. O kadar süredir ayrı kaldık ki aklım sadece birkaç gün kaldığını kavrayamıyor sanki. Birini bu kadar sevmek normal mi, Hoseok? Daha günler varken bile düşündüğümde mutluluktan parmaklarımın titremesine sebep olacak kadar sevmek? Sen de heyecanlı mısın acaba? Miden kıpır kıpır ediyor mu durmadan?
Artık çok fazla kez arka arkaya kahve yaptığımı fark edince Taehyung işi devralacağını, bana öğle yemeği yemem gerektiğini söylüyor. Ben de pekala diyorum, yemek yemek istediğimden değil, paket noodle'ı pek sevmem. Ama seni arayabileceğim için mutluyum. Artık derslerin olmadığı için seni istediğim zaman arayabiliyorum, bu yüzden benden mutlusu yok.
Üzerimi değiştirdiğim küçük odada otururken seni görüntülü arıyorum ve birkaç kere çaldıktan sonra hemen açıyorsun. Başında bir şapka var, gözünde güneş gözlüklerin, dışarıdasın. Bir yere yetişmeye çalışıyor gibi görünüyorsun.
" Yoonie. " diyorsun yarım bir gülümsemeyle bana bakarken, sonra koşturmaya devam ediyorsun. " Bir dakika sevgilim, otobüse yetişmeye çalışıyorum. "
Sevgilim.
Kocaman aptal bir gülümsemeyle yemeğimden bir parça alıyorum ve seni izliyorum. Ekran bulanık, sürekli kayıyor, ama yüzünü azıcık görebilsem bile kendimi mutlu hissediyorum. Bir süre sonra otobüse binmiş gibi görünüyorsun, kartını okutuyor, güzel bir yere oturuyorsun.
" Nereye gidiyorsun? "
" Ben mi? Ah... arkadaşlarımla buluşacağım. " Ekrandan kendine bakıyor, saçını düzeltiyorsun, sonradan bana bakıp gülümsüyorsun. " Sen ne yapıyorsun? "
" Yemek yiyorum. "
" Ne yiyorsun? "
Biraz utanır halde hazır noodle'ımı kameranın önüne kaldırırken değişen yüz ifaden de utanmakta haklı olduğumu gösteriyor.
" Gerçekten de paket noodle mı yiyorsun? Kendine dikkat etmeni söylemiştim~ O kadar yoruluyorsun hem de. "
" Ben kendime dikkat ediyorum, sen kendine bak. "
" Ne varmış halimde? "
" Sürekli gezip duruyorsun, hiç dinlenmiyor musun? "
Sesimin bu kadar asabi çıkmasını istememiştim ama bir yandan gerçekten de endişeleniyorum. Hava sıcak olmalı, üstelik son zamanlarda hep dışarıdasın. Başına güneş geçerse ne yapacaksın? Ya hasta olursan? Gerçi eğer hasta olursan, şimdi olmanı tercih ederim. Yanıma geldiğin zaman ben sana bakarım. Seni yedirir, içiririm, bir kez olsun yorulmana izin vermem. Ama yine de hasta olma, Hoseok. Seni nasıl öperim sonra? Hem de bu kadar özlemişken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
barista || yoonseok, sope
Historia Cortajung hoseok, her gün saat 12:03'te min yoongi'nin kahve dükkanına gelirdi.