Kırk altı.
Bugün yaptığım kırk altıncı kahve. Üstelik daha öğlen bile olmadı. Bugün çok yoğun, sebebini anlayabilmiş değilim, belki de çok popülerleşmişimdir, varoşluğumla. Ama insanlar akın ediyor, yalnızlar, arkadaşlarıylalar, bir kahve alan bir daha alıyor, tatlılar alıyorlar, kitaplar. Tezgahın arkasındaki yerimden bir dakika bile ayrılmadım. Kollarım aynı kodlanmış robotlar gibi, bir kahveyi demliyor, diğerini dolduruyor, karıştırıyor, krema sıkıyor, çırpıyor ve servis ediyorum. Yorgunluk hissetmiyorum, bıkkınlık da. Hatta böyle çok daha iyiyim.
En azından düşüncelerimi dağıtabiliyor, başka bir şeylere odaklanabiliyorum, ki bu beni birkaç gün önce olduğum insandan kat kat daha iyi biri yapıyor. Çocuklar artık benim için endişelenmiyorlar, ya da bana bunu hissettirmemekte çok iyiler. Hepsi kendi işleriyle uğraşıyor, Jimin kasada, Jungkook üst katta, Taehyung da Namjoon'a nasıl iyi bir garson olacağını öğretiyor. Namjoon harçlığını çıkarabilmek için garsonluk alımlarına başvurdu. Bu işte okulda olduğu kadar iyi değil, şimdiden iki bardak kırdı, ama en azından uğraştığını, bir şeyler için çabaladığını görebiliyorum. Seokjin de görebiliyor. Önünde son model bir bilgisayar, sabahtan beridir köşedeki masada çalışıyor. Namjoon'un kırdığı bardaklardan birisi onun bardağı ama hiç de sinirlenmedi.
Her şey eskiye dönüyor.
Yapana kadar taklit et, demişler. Düşünene kadar iyiyim, ki fazla da düşünmüyorum artık. Köşedeki masaya bakarken düşünüyorum, çünkü orada oturuşun, sandalyenin arkasına attığın ceketini çok net görebiliyorum. Kapıya bakarken düşünüyorum, aklıma bütün günler sıralanıyor, her türlü halin, gülüşün, ağlayışın. Tezgaha bakarken düşünüyorum, hep orada otururdun, bana daha yakın olabilmek için. Ellerime bakarken, hele, aklıma başka hiçbir şey gelmiyor, parmaklarıma dolanan parmaklarından başka. Bakmama gerek bile yok, hatta, bazen gözlerimi kapatıyorum, sadece birkaç saniyeliğine, ve sesini duyuyorum, hatta öyle ki, sesinden başka bir şey duyamaz haldeyim.
Fazla düşünmüyorum.
Eskisi kadar fazla düşünmüyorum, en azından.
Yeniden kahve demlemeye başlıyorum. Kırk yedi.
" Namjoon hyung nasıl? " diye soruyor Jimin, tezgahta. Sırf artık kahkahalarını duymayayım diye, ki bu acı veriyor, kahkahan şu dünyada en sevdiğim ses, onların konuşmasına odaklanıyorum.
" İyi gidiyor. " Taehyung iç çekiyor. " En azından çabalıyor. "
" Sevindim. "
" Sana bir şey söylemem gerekli. " Taehyung'un sesi azalıyor. " Hoseok hyung. "
Özenle fısıldıyor, farkındayım. Ama senin adını duyduğum anda kulak kesiliveriyorum, ellerim duruyor, bütün vücudum kaskatı.
" Ne olmuş? "
" O kızı bütün sosyal medya hesaplarından engellemiş. "
Yapma.
Bana bunu yapma Hoseok, şu an değil, ben kırk yedinci kahvemin demlenmesini izlerken değil.
Bana bunu yapma, Hoseok. Hoseok'um. Bana bunu yapma. Lütfen. Bunu neden yaptın bilmiyorum, belki sadece bana bir şey kanıtlamak istiyorsun, ya da iyice suçlu hissetmemi, hiç fark etmez. Ama ben yapamıyorum. Sana bu kadar uzakken, kendime dahi bu kadar uzakken, artık düşünemiyorum, karar veremiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
barista || yoonseok, sope
Contojung hoseok, her gün saat 12:03'te min yoongi'nin kahve dükkanına gelirdi.