Artık her sabah boğularak uyanmak çok zor geliyor.
Ya hıçkırıklara boğularak uyanıyorum, ya da nefes almayarak, ki ikisinin de benim için hiçbir farkı yok. Alarm çalıyor, kabusumdan binbir güçlükle ayrılıyorum ve vücudum kasılıyor, sonra göz yaşı takip ediyor, ya da derin bir ciğer ağrısı, ve bunun çözümünü henüz bulabilmiş değilim. Tek başına olsam, en azından, kimseden utanmazdım, çünkü kendime olan saygımı çoktan kaybetmiş durumdayım. Ama artık tek başıma kalamıyorum.
Hiçbir zaman.
Çocuklar kendi aralarında işe yarayacağından çok emin bir plan yaptıklarından beridir.
Söylediğin şeyi çok ciddiye almış olacaklar, Hoseok. Artık her gün, bir tanesi benimle kalıyor, bazen ikisi, bazen üçü birden. Sabah uyanmama yardım ediyorlar, sonra yemek yememe, benim için ev işlerini hallediyorlar, kafeye beraber gidiyoruz, beraber dönüyoruz. Sürekli bir şeylerden konuşuyorlar, beni dahil etmeye çalışıyorlar, bana yardım ettiklerini düşünüyorlar ama doğrusunu söylemek gerekirse, beni çok kırıyorlar. Bana olan bakışları, gözlerindeki acıma çok baskın, tadını bile alabiliyorum. Bana dokunuşları, sanki bir porselen bebekmişim, parçalanırmışım gibi. Artık beni arkadaşları olarak bile görmüyorlar. Bana bitkisel hayattaki bir hasta gibi davranıyorlar Hoseok, ki hoş, benim de çok farkım yok zaten.
Çok yoruluyorum.
Onların yanında normal biriymişim gibi davranmak beni çok yoruyor. Her sabah aynı saatte uyanmak ve banyoya girdiğimde kendime olan nefretimi duvarlara vurarak çıkaramıyor olmak beni çok yoruyor. Bir şeyler çiğnemek, su içmek, kıyafetlerimi değiştirmek, bir şeylere dahil olmak, konuşmak, hareket etmek, beni çok yoruyor. Sadece onlar için çabalıyorum, çünkü bazen ben uyumadan önce kapının önünde duruyorlar ve o akşam yemeğimi yediğim için memnuniyet duyuyorlar, bir şeyler anlattıysam eğer, çok seviniyorlar. İyi gittiğimi düşünüyorlar, ama ben aslında berbatım, çünkü yalnız kaldığım her an daha da mahvediyorum. Duşta artık ayakta duracak gücüm bile yok, öylece oturuyorum, su omuzlarımdan akıyor, bir saat sürdüğü bile oluyor ve birisi kapımı çalıyor. Ve ben bir kez daha ne kadar acınası olduğumu fark ediyorum.
Planları işe yarıyor, üç gün kadar. Sadece üç gün. Üç gün boyunca rol yapıyorum, bana hiçbir şey ifade etmeyen eylemler yapıyorum, saçma şeyler konuşuyorum ve bir şeyler yiyorum, vücudum ölü gibi değil, ama artık bir robota dönüşmüş durumda. Her şey planlı ve ölçülü. Elimden geleni yapıyorum Hoseok, inan bana. Rolü bırakıp iyileşmek için elimden geleni yapıyorum, çünkü çok zaman geçti, ama sevgilim, ben hiç becerikli sayılmam ki.
Seni çok özlüyorum, Hoseok.
Sen olsaydın hayatıma devam etmem çok daha kolay olurdu.
Üçüncü günün gecesi, yine boğularak uyanıyorum. Hıçkırıklarım canımı yakıyor, boğazım parçalanıyor, ve ben ağlamak istiyorum, bağıra çağıra, ama sesim çıkmıyor. Öyle ki bir an hala rüyaya hapsolduğumu sanıyorum, uyanmak istiyorum ama uyanamam, bu bir rüya değil. Öleceğimi düşünüyorum. Belki de zaman gelmiştir. Ama sonradan kapı açılıyor, biri yanıma koşuyor, bu Jungkook, o parfümü nerede duysam tanırım, Jimin ile ben seçtim. Kollarımı sıkıca kavrıyor, beni çekiyor, nefes almam için sırtımı sıvazlıyor ve konuşuyor. Sorular soruyor. Onu duymuyorum.
Bitsin.
Lütfen tanrım, artık her şey bitsin, diye yalvarıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
barista || yoonseok, sope
Contojung hoseok, her gün saat 12:03'te min yoongi'nin kahve dükkanına gelirdi.