İnsanlar kederle nasıl mücadele ediyor?
Ya da, kederle mücadele etmek mümkün mü?
Keder insanlığın başından beridir hep bizimle beraber yaşayan bir duygu. Herkesin, her milletin, her toplumun kederle baş etmek için kendi bir yöntemi olduğu kuşkusuz. Tabii, benim bununla ilgili konuşmaya hakkım yok belki, ama sağdan soldan duyuyorum, filmlerde görüyorum. Bazısı kendini eve hapsetmeyi tercih ediyor. Yalnız başına duygularıyla daha rahat baş edeceğini düşünüyor, belki de. Bazısı kendini herhangi bir hobiye veriyor, Hayalet filminde sevgilisi ölünce kendini çömlekçiliğe veren Demi Moore gibi. Bazısı da olduğu yeri terk ediyor, anılarından uzaklaşıyor ve tamamen yeni bir sayfa açıyor.
Ben eski hayatıma dönüyorum. Ki bu, en zor yollardan biri olsa gerek.
Böylesine bir mutluluğu tattıktan sonra eski zavallı hayatıma dönmek, benim için en acı verici şeylerden biri. Her şeyi bir kalemde silmek imkansız, silemezsin de zaten, ben silmek bile istemem. Ama kendimi zorluyorum. Kendimi sabah erken kalkmaya zorluyorum, kafeye gidip kapıları açmaya, tezgahı silmeye, makineleri çalıştırmaya zorluyorum, günün ilk kahvesini yapıyorum, kendim için americano. Bir daha ne zaman vanilyalı latte yapacağım? Sonra elimi sıcak suyla yakıyorum ve bir önceki yakışım geliyor, elimi sıkıca tutuşun ve merhem sürüşün, o endişeli ifaden.
Çuvallıyorum.
Baştan başlıyorum.
Artık ağlamıyorum. Bu şaşırtıcı değil, çünkü artık çoğu basit işi yapamıyorum. Duşun altına girdiğimde saçlarımı sabunlayamıyorum, çünkü kolumu kaldıracak gücü bile kendimde bulamıyorum. Uyuyamıyorum, çünkü kabuslarla uyanıyorum, ya da kabus olarak nitelendirdiğim çok güzel rüyalarla, hepsi de seni içeriyor. Yemek yemek benim için en zoru. Her seferinde kendime söz veriyorum, dışarıdan hazır yemek alıyorum, ya da marketten abur cubur, ve masaya oturuyorum, yiyeceğimi söylüyorum, bu sefer yiyeceğim. Sonra, yerdeki tuzluktan kalan cam parçalarını görüyorum.
Çuvallıyorum.
Baştan başlıyorum.
Artık sadece kendimi bir şeylere zorlamam sayesinde hayatta kalıyorum. O günden beridir üç gün geçti, bu üç günün üçünde de kafedeydim, ve garsonlarım da oradaydı. Son zamanlarda onları nasıl endişelendirdiğimin farkındayım, bu yüzden kendimi tezgahın arkasına hapsediyorum ve yapabildiğim en iyi şeyi yapıyorum, kahve. Sonsuza kadar. Sürekli sipariş alıyorum, sürekli kahve yapıyorum, aynı bir robot gibi, bütün hareketlerim programlanmış. Mola bile almıyorum çünkü aldığım en ufak molada çuvallıyorum. Ve artık baştan başlamaya mecalim kalmadı.
Ölü olduğumu hiç bu kadar net fark etmemiştim.
Halledeceğim. Sorun yok, halledeceğim, eski hayatıma dönebilirim. Eski hayatım bundan hiç farklı değildi. Sevgilimden ayrıldım diye kendimi kaybedecek değilim. Hem ayrılmadım. Ayrılmadım ki. Sadece konuşma çok kötü yerlere gidiyordu, ben de bir süre konuşmayalım, dedim. Bir süre. Belki iki dakika, belki senelerce.
Ama, sorun şu ki, sen sadece benim sevgilim değilsin, Hoseok.
Bunu zaten biliyordum. Telefonu o şekilde kapatırken de bunun son derece farkındaydım. Ama hayatıma bu kadar dahil olmuş olmanı kabullenmek bana utanç verici geliyor. Artık sabah biraz daha olsun mutlu uyanamıyorum, çünkü mesaj atacağım kimse yok, bir telefonum bile yok. Kahvaltı etmek aklımın ucundan bile geçmiyor, çünkü bana sinirlenmeyeceğini biliyorum. Evden çıkmadan bitkileri sulamıyorum, ben kendim dahi yaşamıyorum, başkasını nasıl düşünebilirim? Aynaya bakmıyorum, çünkü artık kendimi senin gördüğün gibi görmüyorum, güzel değilim, gözlerim çökmüş, yanaklarım da, saçlarım ölü gibi, ve artık bana söz verdirdiğin gibi kendime gülümsemiyorum, hak etmiyorum bunu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
barista || yoonseok, sope
Historia Cortajung hoseok, her gün saat 12:03'te min yoongi'nin kahve dükkanına gelirdi.