Jimin bana son zamanlarda çok fazla gülmeye başladığımı söylüyor.
Martın ilk haftasında, senin üniversiten araya giriyor ve bu sefer tüm gününü, sanki bir hayatın yokmuşçasına benim dükkanımda geçiriyor ve hayatım oluveriyorsun. Seninle çok fazla şeyden konuşuyoruz, son dönemdeki hentbol maçlarından, Trump'ın başkanlığı hak edip etmediğinden, üniversitedeki komik olaylardan ve çok daha fazlası. Garsonlarımla da tanışıyorsun, hatta bir keresinde de Namjoon geliyor ve ikiniz sürekli üniversiteden bahsediyorsunuz. Konunun dışında kalmak pek hoşuma giden bir şey değil, sen de ben sanki umurumda değilmiş gibi kahve tezgahımı silerken hep benim anlayabilmem için olayları basitleştiriyorsun. Çaban takdir edilesi Hoseok, bir de keşke umurumda olanın konu değil de sen olduğunu fark edebilsen.
Ve eninde sonunda o gün geliyor, tezgah başına oturmaktan vazgeçip yeniden eski masana geçtiğin gün.
Bu sefer yanında başka bir kız var.
Aptalsın Hoseok. Ve ben hala bu kadar aptal olamayacağına inanmaya çalışıyorum ama sen gerçekten bir aptalsın. Aşık olma demiyorum, elbette eninde sonunda birine aşık olup evleneceksin ama bu zaman gelene kadar kaç kızın daha kalbini kırmasına izin vereceksin, bilmiyorum. Sadece şunu söyleyebilirim ki, bu sefer daha çok gülüyorsun onunla. Bu da korkutucu şekilde demek ki, ondan ayrıldığında öncekinde olduğundan daha çok üzüleceksin.
Ve ben, dükkanın tarihi boyunca ilk kez, garsonlarım varken sizin siparişinizi almaya geliyorum. Bunu hiçbir zaman kimseye yapmam, belki de garsonlarımın birbirlerini dürtüp beni işaret etmeleri de bu sebepten. Ama ben ne yaptığımın farkındayım. Kağıtta çoktan " vanilyalı latte " yazılı.
Beni fark etmen için birkaç saniye dikilmem gerekiyor.
" Ah, Yoongi. " diyorsun neşeyle, hafifçe geri çekilerek. Sonunda beni fark ettiğin için yaşadığım sevinç, muhtemelen anaokulunda öğretmenine yaptığı resmi beğendirmiş bir çocuktan farksız. " Bak, seni kiminle tanıştıracağım. Bu ablam, Dawon. "
Gözlerim ani bir şaşkınlıkla büyürken karşında oturan kıza dönüyorum, yüzünde samimi bir gülümseme ile bana bakıyor.
Sanırım tahmin ettiğim kadar aptal değilmişsin Hoseok.
" Dükkanıma hoş geldiniz. "
" Hoseok-ah, şuna bak! Gerçekten de dediğin gibi, çok şirinmiş! "
Bana mı yoksa dükkana mı dediğini anlayamıyorum ama senin uyarıcı, sert bakışlarınla beraber ablanın kahkahasını duyuyorum ve cevabımı almış oluyorum.
O an aklıma tak ediyor, ona benden bahsetmişsin. Korktuğum gibi soğuk ve ketum olduğumu düşünmüyorsun Hoseok. Tamam, şirin pek bana uygun bir kelime olmasa gerek ama yine de bakışlarımı kaçırmama meden oluyor.
Korkarım ki, beni utandırıyorsun.
" Memnun oldum Yoongi, dükkanın çok şeker. " Ablan gözleriyle dükkanı süzüyor. Ne kadar çok benzediğinizi o an fark ediyorum, ablan da senin gibi, çok güzel. " Umarım kahvelerin de Hoseok'un övdüğü kadar güzeldir. Bana bir white chocolate mocha getirir misin, sonra da yanımıza otur da biraz muhabbet edelim. "
Başımı hafifçe sallayarak onaylıyorum ve sana sormaya gerek bile duymadan tezgah arkasına geçip siparişleri hazırlamaya başlıyorum. Sanırım önceki seferde white chocolate mocha'ya haksızlık etmişim Hoseok, vanilyalı latte ile gerçekten yakışıyor. En azından benim gibi sert bir americano'nun yakışacağından çok.
Ablanın dediği gibi yanınıza oturuyorum, seninle olduğu gibi koyu bir muhabbet başlıyor masada. Ablan komik bir insan, belki de gülüşlerini ondan almışsındır. Belki de bu yüzden çok mutlusundur Hoseok, çünkü ablan olduğu ortamı kesinlikle mutlu bir yere çeviriyor, aynı sen gibi.
Yine de Jimin'e hakkını vermeden edemeyeceğim, son günlerde biraz fazla gülüyorum.
Sebebi de sensin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
barista || yoonseok, sope
Short Storyjung hoseok, her gün saat 12:03'te min yoongi'nin kahve dükkanına gelirdi.