~
"Hayattan korkuyordum, ölmekte zorlanıyordum, yine de ölümden bir şeyler bekliyordum."
'Lev Tolstoy'
~
Tüm vücudumu kaplayan o soğukluk, uyanmam için yetmişti. Gözlerimi yavaşça açtım. Bir süre yattığım yerde öylece durdum. İçimden 'yine aynı manzara' diye geçirmeden edemedim. Yavaşça yattığım yerden oturur pozisyona geldim. Bedenimi sarmış olan kanatlarımı kendime daha da sararken büyük ağaçları seyrettim. Orman yine aynıydı, sessiz ve oldukça ürkütücü.
Dudağımın bir kenarı kıvrıldı. Bu orman bana aitti. Yani öyle sayılırdı. Bu ormana kimse gelmezdi hem oldukça korkunç gözüktüğü için hemde bu ormanda efsanevi bir yaratık olduğu için.
Oturduğum yerden yavaşça kanatlarım ile yükseldim. Büyük ağaçları da geçip iyice yükseldim. Evet, kanatlarım vardı ve evet, uçabiliyordum.
Gözler önüne serilen ormanı inceledim. Bu güzelim ormana yüksekten bakmak kendimi çok iyi hissettiriyordu. Sonra bakışlarım uzaklara gitti. Buradan çok net gözüken bir krallık.
Benim kovulduğum krallık.
Sonra bakışlarım daha da uzaklara kaydı. Ordada oldukça büyük bir krallık vardı. Oraya gitmek hayatımda isteyeceğim son şey bile olamazdı çünkü korkuyordum. Oranın insanları tanımıyordum. Düşündümde tanısam ne değişecekti ki?
Düşüncelerimden sıyrılıp yavaşça aşağıya ormanın sonuna, düzlük alana iniş yaptım. Bu orman benim tek evimdi. Beni koruyup kollayan tek yer burasıydı. Yavaşça önümdeki küçük göle ilerledim.
İlk önce temiz olan sudaki yüzüme baktım. Siyah saçlarım, siyah-kırmızı karışımı koyu gözlerime ve koyu göz altlarıma baktım. Ardından ağzımı açtım. Ortaya çıkan sivri köpek dişlerime baktım. Kesinlikle korkunç gözüküyordum. Umursamadım ve elimi gölün temiz suyuna daldırdım.
Elime aldığım temiz su ile yüzümü ıslatırken gölün rengi bir anda kararmaya başladı. Bir süre sonra siyaha bürünen göl ile dudağımın kenarı istemsizce kıvrıldı. Hep böyle oluyordu. Ben ne zaman elimi göle sürsem hep siyaha bürünüyordu.
İçimdeki karanlığı her yere bulaştırıyordum ve bunu istemsiz bir şekilde yapıyordum.
Bir süre kararan göle baktıktan sonra elimi tekrar suya soktum ve şunları içimden tekrar ettim.
" Karanlık seni terk ediyor, eski benliğine geri dön temiz su." Diye tekrarladım. Su bir süre sonra kendi rengine geri döndüğünde yüzüme bir gülümseme yayıldı.
Böylesi daha iyiydi.
Biraz daha gölü izledikten sonra yerimden doğrulup arkamı döndüm. Lâkin duraksadım. Karşımda burada olmaması gereken biri vardı. Küçük bir kız çocuğu. Kaşlarımı çattım ve öylece yürüyen çocuğa baktım.
Neden buradaydı? Böyle güzel bir çocuğun ıssız bir ormanda tek başına ne işi vardı?
" Merhaba." Dedim ondan iki adım uzak kalarak önünde eğilirken. Kız ilk önce irkildi sonra hafif sevindi.
" Merhaba." Dedi korka korka.
" Burada ne işin var?" Dedim ses tonumu olduğunca yumuşatmaya çalışarak." Annem beni burada bıraktı daha sonra beni almaya geleceğini söyledi." Dedi gözümün içine bakarken.
" Annen nereye gitti biliyor musun?" Dedim sorarcasına." Hayır." Dedi omuz silkerek.
" Pekii, adın ne?" Dedim samimi olmaya çalışarak." Adım Colour" Dedi. Kaşlarım hafif çatılırken konuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN RUHU
FantasyBazı gerçekler vardır, insanın canını yakacak. Bazı gerçekler vardır, insanın kurtuluşu olacak. Bu iki gerçekleri tatmak ise bir hayata bedeldir. Ben bunları bile bile bir hayatı feda etmeyi seçmiş, geleceğimi sonsuza kadar karanlığa boğmuştum. Kara...