151219 | Bottomless

219 21 24
                                    

15 Aralık 2019

Daha dersim başlamamış ama şaşırtıcı bir şekilde erken gelmiştim. Sabah saatleri olduğundan pek kalabalık değildi şu an kampüs. Bizimkiler de yoktu üstelik. Onları ya da dersi beklerken kendime bir şeyler alıp şu soğuk aralık gününde biraz ısınmalıydım.

Caffe Nero'ya ilerlemiştim tabii ki, hep burada takılırdık. Gürültüden ve kalabalıktan uzak bir yer olmasından dolayıydı herhalde.

Kasaya yaklaşmıştım ki yine onu görmüştüm, yine karşılaşmıştık. Dünden sonra çok garip ki aklımdan çıkmamıştı pek. Arabada geçen diyaloglarımız, onun yüzü, minikleri, sesi... "Günaydın, Lalisa."

Şaşırmıştı, sanki beklemediği bir anda seslenmiştim ona. "Oh günaydın." Soluktu rengi, halsiz ya da uykusuz gözüküyordu. Belki de hastalanmıştı. Arabaya kadar giderken evet biraz ıslanmıştık ama bundan hastalanacağını düşünmemiştim ki buna rağmen arabada kaloriferi açmıştım.

"Sen, iyi misin? Solgun gözüküyorsun."

Derince nefesini verdi gözleri kapalıyken, zorla araladı gözlerini. "Evet, biliyorum. Yapmam gereken çizimler vardı ve dün gece sabahladım. Çok uykum var. Bu yüzden kahve almaya geldim. Beni anca bir americano toparlar diye düşünüyorum." Kıkırdadı. Belki de ayakta durmakta zorlanacak derecede uykusu vardı ama buna rağmen hâlâ sevimli bir ses tonuyla konuşuyor ve güler yüzünden eksik etmiyordu.

Görevli tezgaha onun buzlu americanosunu bıraktıktan sonra bana dönmüş ben de siparişimi vermiştim.

"Hava fazla soğuk değil mi sence de?" Hem bu soruyu soruyor hem de kış günü soğuk kahve içiyordu. Yine de sempatikti. Tezatlığın yakıştığı tek insan olabilirdi.

"Evet, bence de hava buzlu americano için fazlasıyla soğuk." Yaptığım imaya yine gülmüştü. "Uyanmam gerek Jungkook, sıcak şeyler daha da uykumu getiriyor."

Tek kaşımı kaldırıp konuştum. "Bademciklerinin bu söylediğine katıldıklarını düşünmüyorum." O da yanıt olarak omuzlarını silkmişti. "Bademciklerimi de uykum olmadığı bir gün düşünürüz."

Ben de kahvemi aldım, onunla tek tük birkaç kişinin bulunduğu mekanda boş bir masaya yerleştik.

"Bir ara seni bu hale getiren çizimlerini gösterirsin artık." Gülümsedim. O ise yüzünü buruşturdu. "Sor bakalım ben bir daha onları görmek istiyor muyum?"

Söylediği şeylere gülümsemeden edemiyordum. "Üniversite hayatı seni çoktan yormuş Lalisa Manobal, çalışmaya başladığında ne yapmayı düşünüyorsun?"

Gururla oturduğu yerde dikleşti. "Tanınan bir modacı olacağım ve kendi çalışma saatlerimi krndim belirleyeceğim. Uyuduğum günler kimse bana 'bu saate kadar neredeydin, geç kaldın' diyemeyecek, aksine 'yorgunsanız gelmeseydiniz bayan Manobal, dinlenmelisiniz.' diyecek."

Her söylediği cümlenin beni bu kadar eğlendirmesi yasal olmamalıydı. Şaka bir yana başarılı bir modacı olmayı düşlediği az önceki dalgaya vurduğu hayalini anlatırken yine de gözlerinin parlamasından belliydi.

"Tanınan ve çalışma saatlerine karışılmadığı bir modacı olduğunuz zaman bayan Manobal, umarım imzanızı verirsiniz."

Kahkahasıyla sanki gün aydınlanmıştı. "Ne imzası, senin için kıyafetler tasarlayacağım."

İşaret parmağımı ona salladım. "Bu laflarını o günler geldiğinde tek tek hatırlatacağım sana."

"Ama gerçekten," Beni bir kaç saniye oturduğu yerden baştan aşağı süzdü. "gerçekten harika bir fiziğin var." Sonrasında arkasına yaslanıp tekrar dalgayla konuştu. "Tanınan ve çalışma saatlerime karışılmadığı bir modacı olduğumda sana mutlaka kıyafet tasarlamalıyım, bu fizik kaçmamalı."

Kaşlarımı çatıp sorguladım söylediklerini. "Bu bir iltifat mıydı?"

O ise masaya dirseklerini dayayıp parmak uçlarını birbirine birleştirdi anlaşma yaparcasına. "Hayır, iş teklifi. Modelim olmaya ne dersin?" Onu taklit ettim ben de. "Ben de kendi iş saatlerimi ayarlayabilecek miyim?" Mırıldanarak reddetti. "Senin iş saatlerin, ben ve vicdanım arasında tartışılıp karar verilecek."

"Oh üzgünüm," kafamı sallayıp eğdim. "Sanırım bu şartlar altında çalışamam." Tekrardan kahkaha atmıştı. "Ama çok merhametliyimdir, hem sen de tanınan bir modacının tanınan bir modeli olacaksın." Tekrardan göz teması kurdum onunla. "Patron kim burada, ben mi sana ihtiyaç duyuyorum yoksa az önce sen mi benim hakkımda 'bu fizik kaçmamalı' dedin?"

"Sen ne kadar çakal bir insansın, sana ihtiyacım olduğu için beni kullanmaya çalışıyorsun!"

Gülüyordum, bunun sonu nereye gidecek ya da herhangi bir sonu olacak mı kestiremiyordum. "Seni kullandığım falan yok, ben sadece çalışma şartlarımı düzenliyorum."

Düşünür gibi gözlerini kaçırdı bir süre, sonra o dibi bulunmayan, baktıkça bakılan gözlerini tekrar gözlerimle buluşturdu. "İyi tamam, çok yormayız seni." Tokalaşmak adına elini uzattı. "Anlaştık mı?"

Elini sıktım ben de. "Anlaşalım bakalım."

cemetery of oceansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin