160519 | Cemetery of Oceans

126 15 85
                                    

"Jennie'ler çıkmışlar yola çoktan, biz de artık çıksak iyi olur." Lisa son toparlanmaları yaparken üzerindeki - bana ait olan - gri eşofman üstünün cebine bıraktı telefonunu. Taehyung ve benim salondaki kanepede en rahat halimize bürünmüşken kafasına kendisinin eşyalar ve evle ilgilenen tek kişi olduğu dank etmiş ve elinde ne varsa olduğu yere bırakmıştı. Salonun tam ortasına geçip ellerini beline koyarak karşımızda dikildi. "Rahatsınız galiba?" Taehyung televizyon kanallarını boş boş gezerken mırıltılı bir ses tonuyla yanıtladı. "Hem de nasıl." Bu onu daha çok sinirlendirirken bu kez gelip bana çattı, başımın altındaki yastığı çekip üzerime fırlattı. "Ben burada deli gibi bir oraya bir buraya koşturuyorum, siz yatıyorsunuz ya? Millet yolu yarıladı biz hala evdeyiz."

Başımın bir an boşluğa düşmesiyle gelen sarsıntı yüzünden ofladım. "Oflama Jungkook." Uyarısını ilettikten sonra gelip elimi kavramış ve var gücüyle çekiştirmişti. Koltukta milim milim kaymama sebep olacak kadardı tüm gücü. Pes edip kalktım ve ona toparlanmakta yardım ederken ne hssettiğini şimdi anlayıp koltuğun üzerinden aldığım yastığı bir kaç kez hala yatıyor olan Taehyung'a vurmak için kullandım. "Kalksana it."

"Ne stresli bir çiftsiniz be siz?" Sıkıntıyla kalkarken televizyonu kapattı.

Toparlanmıştık zaten tamamen, son kez kontrol edip çıktık evden. Jennie ve Taehyung'un hala arasının pek iyi olmamasından dolayı - bundan fazlaca sıkılmıştık - Tae bizimle, Jen de Jaehyun ve Chaeyoung'la gidecekti festivale. Ne kadar saçma da bulsak kabul etmek zorunda kalmıştık.

Arabaya yerleştiğimiz ilk saniyeden Lisa arkadan bedenini uzatmış telefonunu arabaya bağlayıp şarkı seçmekle uğtaşıyordu, bir sürü şarkının ilk bir kaç saniyesini dinleyip geçiyorduk ama ne playlisti varmış ki bir türlü bitmek bilmiyordu. "Bebeğim hadi karar ver bir tanesine ve dinleyelim." Ona ne kadar ısrar etmiş olsamda öne oturması için, yine de reddetti. Uzun yolculuklarda arkada oturmayı daha çok seviyormuş. İstediği zaman uzanıyormuş ve daha rahat ediyormuş.

"Bir saniye Jungkook, seçiyorum." Gülmüştüm tepkisine kendimce. Yaklaşık 2-3 saatlik yolumuz vardı ve Lisa'nın bu kararsızlığıyla galiba hiçbir şarkıyı tam anlamıyla dinlemeyecektik.

Taehyung telefonunu kapatmış, tek meşguliyeti izlediği yol hale gelmişti. İyi gibi gözükmüyordu, Jennie'yi sıkıntı ediyordu kendine. Seviyordu, ama sevmek yeterli gelmiyordu. Bazı anlarda cesaret de gerekiyordu. Seviyordu ama karşısına çıkıp onunla konuşup barışmayı denemiyordu. Tartışmaktan korkuyordu, tartışacaklardı zaten. Ama kötü şeylerin beraberinde güzel şeyleri de getirdiğini düşünmüyordu. Bazen istediklerimiz için istemediklerimize katlanmak zorunda kalabiliyoruz, ne kadar onlardan kaçtıkça istediklerimizden de uzaklaşıyoruz.

"Taehyung?" Bakmadı bile, sadece mırıldandı. "Hm?"

"İyi misin?"

"İyiyim." Monoton ses tonuyla verdiği cevap asla inandırıcı değildi. "Sizce de bu tartışma biraz fazla uzamadı mı?" Temkinlice soru soran kişi Lisa'ydı bu sefer. Omuz silkti Taehyung. "Bilmem."

"Birbirinize karşı kırılmış olabilirsiniz, anlarım. Ama bazen bunları çok uzatmamak gerekiyor. Yarın uyanabileceğimizin garantisi olmayan bir hayatı yaşıyoruz hepimiz sonuçta."

Sıkıntılı bir nefes çekti ve konu burada kapandı. Lisa da ben de üstüne gitmedik, zaten sıkıntılı bir dönemden geçiyordu ve Tarhyung kafasını sessizlikte toparlayan bir insandı.

"Bizimkiler varmışlar ama faha kimse yokmuş, takılıyorlarmış." Lisa arkasına yaslanmış arkadaş grubuyla mesajlaşırken bizi de güncellemelerden eksik bırakmıyordu. "Onlar da biraz fazla erken gitmişler, ne gerek var?" İmalı bakışlarını dikiz aynasındaki gözlerimle buluşturdu. "Yani, geç kalan biziz gibi ama."

Yolu kesintisiz olarak geçirmedik, Lisa kahve almak istediğini söyleyerek bizi zorla durdurmuştu. Geç kaldığımız ortada olmasına rağmen, geç kaldık diyerek başımızın etini yiyen kişi kendisi olmasına rağmen, bunu asla umursamadı ve tek umrunda olan şey kahvesiydi. O sırada Jaehyunlarla konuşmuştum ben de. Rahatça gitmişler, hatta varmalarına son bir kaç kilometreleri kalmış. Arkadan kızlarında sesi geliyordu ve her şey yolunda gibiydi.

Güneşli hava aniden asla beklemediğimiz bir anda ömce bulutlarını toplamış sonra bir bahar yağmuru başlatmıştı. Biz de koşturarak arabaya binmiş ve yola devam etmiştik. Ancak ilerlemek o kadar zordu ki, yağmurun cama vuruşu görüş alanını büyük derecede etkilemiş aybı zamanda yolda da inanılmaz bir kayganlık oluşturmuştu.

Ve ben, ne kadar dikkatli gidersem gideyim hayatımın en büyük hatasını orada yaptım. Bu hata için kendimi asla affetmeyeceğim.

Araba aniden kontrolden çıkmasıyla uçurumun kenarına sürüklenip uçurumdan aşağı kayması bir kaç saniyelik bir olaydı ama ben bundan sonraki ömrümü bu birkaç saniyede bıraktım.

24 yaşında, daha hayatlarının baharında, önlerinde güzel bir gelecek onları beklerken her şey bedenleri gibi suya gömüldü. Ben kanımdan yakın arkadaşımı ve aşık olduğum kadını bir araba kazasında öldürdüm.

Araba daha havadayken kapıyı açtığım için kendimi dışarı atmıştım. Bu hareketimle Tanrı benim canımı bağışlarken arabadaki diğer iki kişi içinse aynı merhameti göstermemişti.

Bedenim buz gibi suyla birleştiğinde okyanusun soğunu damarımda akan kanda hissediyordum. Telaşla gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey araba ve Taehyung'du.

Belli ki su arabaya beton etkisi yaratmıştı ve araba hava yastıklarını açmıştı. Taehyung arabanın içinde yastıklardan ve emniyet kemerinden dolayı sıkışmıştı.

Yanına gidip yastıkları iterek Tae'yi çıkarabilecek bir mesafe oluşturmaya çalışsam da asla bir arpa yol katedemiyordum. Yastıklar hareket etmiyordu. Yine de yılmadan tüm gücümle ittiriyordum.

Lakin unuttuğum bir şey, bir kişi, vardı. Taehyung kolumdan tutup dikkatimi çekmek için beni sarsmıştı. Ona baktığımda aşağıyı işaret ediyordu. Başta ne demeye çalıştığını anlamadım. Anlamadığımı görünce beni itip arabadan uzaklaştırıp aşağıyı gösterdi. İşaret ettiği yere baktığımdaysa gördüğüm kalbimin durmasına yetecek bir görüntüydü. Lisa, bilinci kapalı bir halde, dibe batıyordu.

Ve Taehyung, beni Lisa'ya yetişebilmem için itmişti, bunu şimdi anlamıştım. Lisa için kendini feda etmişti.

Kendime geldiğimde var gücümle dibe kulaç atıyordum. Ben ne kadar ona yaklaşsam o o kadar uzaklaşıyordu.

Gözleri kapalıydı, saçları suyun akıntısıyla dalgalanıyordu. Su altına girebilen ışık yüzünü aydınlatıyordu. Ve onun bu görüntüsü aradan asırlar da geçse gözümün önünden silinmeyecekti.

Ben var gücümle kulaç atarken biri beni belimden tutarak engelledi. Bu sahil güvenliğin dalgıçlarından biriydi. Beni yukarı taşırken kalan son nefesimle ona Lisa'yı göstermeye çalıştım ama o çoktan derinliklerde kaybolmuştu.

Hızla yüzeye çıktığımızda sonunda nefes alabilmiştim. Aldığım ilk nefesi de feryat olarak tekrar dışarı vermiştim. Kalbimin kırıkları okyanusun soğuk sularından daha çok acıtıyordu.

Yumruklarımı savurdum sulara. Gözyaşlarım eklendi bu okyanusa. Haykırışlarımı yuttu atmosfer. Doğa acıma şahit oldu.

Bu anın yaşanmamış olmasını diledim, bunun sadece bir rüya olmasını diledim.

Çığlıklarım sanki onların yaşaması için Tanrı'ya yalvarışlarımdı. Çünkü okyanusun ortasında bağıra çağıra ağlayan her şeyini kaybetmiş birine sadece Tanrı yardım edebilirdi. O da bu seferlik beni görmemezlikten geldi.

Daha sonra olanları tam hatırlamıyorum. Beni bota aldılar karaya çıkardılar, ambulansla hastaneye kaldırdılar. Jaehyun'lar geldi. Hastane de muayne edildim.

Benim zihnimdeki tek şey ölümdü.

Ben, benim hayatımı oluşturan iki kişiyle birlikte kendimi de öldürdüm bu gün. Bu sular artık sadece bir okyanusa ait değil. Bu sular artık bir mezarlık, okyanuslar mezarlığı.

cemetery of oceansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin