180622 | I miss she

146 14 26
                                    

Kavgadan sonra orada fazla duramamıştık, adımın 'katil' şeklinde çıkmış olması, insanların gözünden cani oluşum ve kimsenin arkamdan konuşurken çekinmemesi orada daha fazla durmamıza izin vermemişti. Çıkıp eve gelmiştik.

Ben herkese haykırdım katil olmadığımı ama kendime bir türlü anlatamadım. İçimden çıkaramadım bu iğrenç hissiyatı. Kazalar hataların sonucudur çünkü. Ve ben hataların en büyüğünü yaptım, bilemedim ama yaptım.

Sizi siz yapan isminiz değil sıfatlarınızdır. İsminizin önüne gelip sizi tanıtır, ne olduğunuzu söyler. Katil Jungkook, cani, vicdan yoksunu, canavar. Kardeşini ve sevgilisini öldürdü. Taehyung yerine arabayı ben sürseydim bunun olmasına izin vermezdim. Hiçbir şey yaşanmayabilirdi, biz hep birlikte olabilirdik. İki kişinin ölümü değildi sadece ben, Jaehyun, Jennie, artık bir ruhumuz yoktu, biz de ölmüştük. Biz de onlarla birlikte o suya gömülmüştük, yavaş yavaş fibe çökmüştük.

"Jennie aradı. Bulamamış aynısından, o renk başka düğme getirsem olur mu diyor?"  Başımı salladım sessizce. "Olmaz, aynısı olmazsa olmaz."

"Olmazmış Jen." Jaehyun bir yandan çarşıdaki dükkanlardan tek tek düğme arayan Jennie ile konuşuyor bir yandan da söylediklerini bana iletiyordu. "Ne yapayım peki diyor?"

"Aramasın artık." Kaşlarını kaldırdı Jaehyun. "Emin misin?" Başımı salladım. Ben çok uğraştım, hiçbir şeyin eski yerine gelmediğini iyi biliyorum. "Boşver Jennie, arama artık. Olmuyorsa olmuyordur yapacak bir şey yok yani, değil mi?" Telefonu kapattıktan sonra çalışma sandalyemi çekip oturdu Jaehyun. Gömleği yatağa yatırmış önünde - yerde - oturan bana baktı. "Yine de sadece düğmelerin koptuğuna şükretmeliyiz, tamamen yırtılsaydı eskisi gibi olamazdı." Başımı salladım. "Hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak."

Odaya bir sessizlik çöktü, çok da umursamadığım, tek umurumda olan şey şu an gömlekti.

Jaehyun da o sıra odamı inceliyordu, duvarları, çalışma masamı, her yeri. Fotoğraf ve benim çizdiğim resimler harici boş bir yeri olmayan odamı inceledi uzun uzadıya. "Jungkook, burası çok karışık olmamış mı sence de? Resimler, fotoğraflar, birbirine girmiş. Hiç perdeyi de açmıyorsun, karanlık çöküyor odaya."

"Ben iyiyim böyle." Dikkatimi gömlekten ayırıp en sonunda ona döndüm ve sırtımı yatağa yasladım. "Emin misin?" Bakışlarım sertleşirken o tereddütlüydü. "Neyden emin miyim?" Korkuluydu, duraksadı o yüzden. Sonra bir anlık cesaretle konuştu. "Bu odanın, fotoğrafların her yerde olmasının, içerisinin hep karanlık olmasının, sürekli onu çiziyor olmanın, sana iyi geldiğine emin misin?" Güldüm. "Jaehyun sen misin? Jaehyun'un içine kim girdiyse çıksın lütfen." Ama o gülmemişti, üzerinde durmadım, beni tanıyordu sonuçta, sorgulaması neyi değiştirirdi.

"Sürekli buzlu americano içiyorsun, sırf Lisa'nın favori içeceği diye. Dolabında kadın parfümü stokluyorsun, sırf Lisa'nın kokusu diye. Sadece Arctic Monkeys  dinliyorsun, sırf Lalisa onu dinliyordu diye. Odanda boş duvar yok, her yer Lalisa ve Taehyung'un fotoğraflarıyla dolu yetmemiş bir dr kendi çizdiklerini asmışsın, neden ailenden birinin fotoğrafı yok hiç? Abin mesela, abine ne kadar düşkün birisisin ama bir tanecik birlikte olduğunuz bir fotoğraf yok. Lalisa'nın tasarladığı kıyafetin düğmesi koptu diye Jennie'ye dünden beri düğme arattırıyorsun. Sen mimarsın ama çizim yaptığın masada bir tane yapı planı yok, sadece Lisa'yı çizmişsin. Bu odanın, her tarafının o olmasının sana iyi geldiğine emin misin?"

Kaşlarım çatılırken yerimde kıpırdamadım, duraksadım, öylece kalakaldım. "Ne demek istiyorsun, açık konuşsana?" O ise kendinden emindi, geri adım atmadı ya da alelade bir şekilde konuyu kapatmadı ama kapatmasını istedim, bunu konuşmak istemedim. Konu Lalisa'ydı belli ki - ve ben her konusunu saatlerce konuşacak biriydim - ama bunu konuşmak istemedim. "Ne demek istediğimi biliyorsun Jungkook."

"Kafa ütüleyeceksen git Jaehyun, ben de yatar uyurum biraz." Geçiştirdim sadece, o da uzatmasın istedim, içten içe dua ettim konunun kapanması için. "Uyuyabilecek misin sanki?" Göz devirdim. "Ne diyorsun Jaehyun, alttan alttan konuşma."

"En son ne zaman gerçekten verimli bir uyku uyudun, ya da şöyle sorayım, ne zaman kaza gününü kabus olarak görmedeb uyudun? Jungkook sen sana ne olduğunun farkında değilsin, farkındaymış gibi davranma. Sen artık sen değilsin, değişmek değil bu, kendini kaybettin. Sen Jungkook değilsin sadece Lalisa'nın arkasında kalmış birisisin. Kendi zevkin, kendi hobin, kendi odan bile yok. Bunların hepsi, senin şu anki halini oluşturan şeylerin her biri; Lalisa'dan arta kalan şeyler. Sen Lisa'dan arta kalansın. Kendi kimliğini kaybettin, kendi benliğini kaybettin. Onu hatırlatan herhangi bir şeye zarar geldiğinde gözün dönüyor, transa geçiyorsun resmen. Sen gerçekten iyi değilsin, iyi olmadığını biliyorduk ama bu daha da farklı bir şey."

"Jaehyun, çık bu odadan." Gözüm tek bir noktaya odaklı. Tek uğraşım söylediklerini aklımdan çıkarmak.

"Zoruna mı gitti, gitmeli. Farket artık. Senin şu an yaşadığın bir hayat var, Lisa olsa da olmasa da yaşıyor olmakta olduğun bir hayat, ve hayat böyle geçmez tamam mı? Kendini ne kadar ona maruz bırakırsan o kadar acı çekeceksin, biliyorsun. Duvarlarında bunların olmaması gerektiğini sen de biliyorsun, bir kadının bin farklı halini çizmemen gerektiğini biliyorsun. En iyi bildiğin şey de kabullenmen gerektiği, kabullen artık."

Sinirlenmemek ve yükselmemek için kendimi dizginledim. "Jaehyun gider misin?"

"Gitmeyeceğim, senin kafana bunları sokana kadar konuşacağım. Jungkook, aç gözlerini artık. O yok, öldü. Bir araba kazası oldu ve boğularak öldü. Taehyung'la birlikte. Sen de o arabanın içindeydin ve kurtulan tek kişi sensin, onlar öldüler. Kurtulduğun suçlu olduğun anlamına gelmez. Rahat bırak artık kendini, onu düşünmemek bir suç değil, onun olmadığı yerde mutlu olmak, komik bir şakaya gülmek suç değil. Çünkü öldü o artık, kaybettik onu. Geri gelmeyecek."

Hışımla ayağa kalktım, onu da kaldırdım. Tüm sinir ve nefretimi avazım çıktığı kadar bağırarak kustum üzerine. "Ölmedi o, ben yaşatıyorum onu. Resimleriyle, fotoğraflarıyla, parfümüyle, kahvesiyle yaşatıyorum. Onu düşünüyorum ve o yaşıyor, onu düşündükçe onu yanımda hissediyorum, tamam mı? Geçip gitmedi. Ölmedi anlıyor musun? O benimle yaşıyor, benim ruhumu paylaşıyor. Ölmedi anlıyor musun!" O da aynı sinir, aynı öfkeyle bana bağırdı. "Öldü, öldü o. İkisi birlikte öldü, yaşayanlar biziz. Onu hatırlaman onun yaşadığı anlamına gelmiyor, o öldü Jungkook, öldü!"

"Siktir git buradan, siktir git!" Dolu gözlerimi umursamadan bir kaç kez var gücümle ittim. "Hastasın sen hasta, kafayı bozmuşsun, aptalsın, kendini çok kaptırmışsın. Tedavi olman gerek senin." Hızla çıktığı odanın kapısını aynı şekilde de evin kapısını çarptığında Seul'ü zelzele altına aldı.

Hızla kalkıp inen göğsüm ve akan göz yaşlarımla tüm ciğerlerimdeki havayı boşaltacak kadar bağırdım. Çarpıp kapattığı kapıya yumruk attığımda izimin orada çıkmasım umurumda olmamıştı. Yatağa bir tekme geçirip onu odanın diğer köşesine yolladım. Kontrolümü kaybetmişçesine dağıtıp yıkmaya başladım. Önce masanın üzerindekileri devirdim, sonrasında da çekmeceleri indirdim. Siyah perdelerime uzandığım gibi onlar da yeri boylamıştı diğer eşyalar gibi. Gazımı alamayınca çalışma sandalyesini sırtından kaptığım gibi dolaba fırlatmış, büyük bir gürültü ile kapağındaki aynanın paramparça oluşunu izledim. İçimdeki sinir dinmezken odada yıkacak eşya kalmayınca hırsla duvara yöneldim, avuçlarımı üzerindeki fotoğrafları yakalayıp yere yırtıp yere indirmek için kaldırdığımda gözlerimin gözlerine çarpması beni durdurmuştu. Havadaki ellerimi yumruk yapıp kendi başıma geçirmeye başladım, hırsım ve sinirimi kendimden çıkardım. Kendime vurdum, saçlarımı çekiştirdim, nefessiz kalana dek bağırdım ve ağladım.

"Hasta değilim ben, hasta değilim, hasta değilim, hasta değilim, hasta değilim..." Gücümün sonlarına yaklaşırken ayakta durmaya kalmayan mecalim beni yere oturtmuştu, sırtımı fotoğraf ve resim dolu duvara yaslamıştım. "Hasta değilim, değilim." Dizlerimi kendime çekip başımı yasladım. "Ben hasta değilim, özlüyorum."

cemetery of oceansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin