"GÜNAYDIN GÜNAYDIN GÜNAYDIN!"
Evet, gerçekten de başımın dibinde birinin bağırmasıyla uyanmıştım. "Güneş doğdu Jeon Jungkook." Yorganımı kafama kadar çekip sadece mırıldandım. "Uyuyacağım."
"Hayır, kahvaltı yapacağız."
"Hayır, uyuyacağım."
Üstümden çekilen yorganla birlikte göz kapaklarımı zorlayan güneş tam anlamıyla uyanmama sebep olmuştu. "Kalk hadi, ben kahvaltıyı hazırladım."
Yataktan atlayıp peri gibi koşup gitmesini izlemiştim ardından, sonra ben de kalktım. Kim bilir ne yaptı diye düşünerek ilerledim mutfağa. Oysa o masayı donatmıştı resmen. Sosisinden yumurtasına, peynirinden zeytinine her şey doluydu. "Sen kaçta kalktın ki hazırladın bunları?"
"Saat 11 zaten Kook." Tezgaha dönüp kahveleri dolduruyorken uyuşuk harketlerimle kollarımla belini sarmış, başımı omzuna bırakıp gözlerimi kapatmıştım. Bir bu kadar daha burada uyuyabilirdim.
Heyecanlandığını anlamıştım ve bu beni güldürmüştü, derin ve düzensiz nefesler alıyordu. Daha da sıkılaştırdım kollarımı, daha da çektim onu kendime. Kahve doldurduğu kupaları masaya koymak için döndüğünde onun bedeniyle eş hareket etmiştim. Kupaları bıraktıktan sonraysa kollarımın arasında dönmüş o da bana sarılmıştı. "Sen bir koalasın, biliyorsun değil mi?"
"Hm, hm."
"Hadi kahvaltı yapalım." Benden bir anda ayrıldığında boşluğa düştüm.
Masada yerimi aldım, her şey oldukça lezzetli gözüküyordu. Kahvaltıya başladığımızda aramızda garip bir sessizlik vardı. Nedenini anlayamıyor aynı zamanda bu sessizliğin üstümde oluşturduğu baskı ve gerginliği atlatıp konuşmaya yeltenemiyordum. Sadece yemeklerimizi yiyorduk.
"Sana bana senin Momo ile olan fotoğrafını attığında gerçekten kalbimin kırıldığını hissetmiştim." Az önceden beri söylemek isteyip de söyleyemediklerinin başlangıcıydı bu. "Benimle oynadın sanmıştım, beni gönül eğlendirmek için kullandın sanmıştım." Aldığı bir lokmasını da sakince çiğneyip yuttu. Çatalını masaya bıraktı ve ona muhtemelen dert olan soruyu sordu gözlerini gözlerime dikip.
"Jungkook lütfen doğruyu söyle, o gece bir şey oldu mu aranızda?"
Şaşırmıştım, böyle bir şeyin mümkünatı yoktu. Bunu çok fazla düşünmüş olmalı ve onu havaalanından aldığımda içinde hala saklıyor olmalıydı.
"Lis, sana yemin ederim ki; hiçbir şey olmadı. Taehyung ve Jaehyun'a sorabilirsin. Abim gelmişti bana, eğlenmek için dışarı çıkalım dedik, gerçekten hiçbir şey olmadı."
"Tamam."
"Bu asla olamaz, seni asla aldatmam. Aramız iyi değilse gelir konuşurum ama asla aldatmam. Bu saygısızlığı yapmam Lisa."
"Tamam, inanıyorum. Sadece sana sormak istedim son kez, şu an rahatladım." Tekrar kahvaltısına döndüğünde tekrar sessizlik olacak gibiydi ancak bunu çalan telefonum engellemişti.
Kalkıp odaya giderken Jaehyun'un aradığını biliyordum, bu rutinleşmişti artık. Telefonu alıp tekrar masaya döndüm. "Efendim?"
"Hayırdır, uyanık mısın sen? Çabuk açtın telefonu başımıza taş yağacak!"
"Bir şey mi oldu Jae?"
"Bir şey mi olması gerek?"
"Niye aradın?"
"Mal mısın, her gün niye arıyorsam bu gün de o uüzden aradım."
"Yanımda Lisa var senle konuşuruz gün içinde."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cemetery of oceans
Fanfiction"Arkanda bıraktığın kokunla yetinemiyorum sevgilim." Lalisa Manoban Üniversite son sınıf öğrencisiyken bahar şenliğinde yaşanan kaza sonucu hayatını kaybeder.