220519 | Murderer

95 16 72
                                    

Nefes alıyorum lakin nefes aldığımı hissedemiyorum, boğuluyorum.

Ölümümü canlı halimle yaşıyorum. Yardım çığlıklarımın duyulmadığı bu denli bir çaresizliği ilk defa yaşıyorum. Delirmek üzere olduğumu biliyorum, farkındayım her şeyin. İnsanlar bana iyi olup olmadığımı sorarken tedirgin yaklaşıyorlar. En azından yaklaşıyorlar diyorum, çünkü ben bile kendimden uzağım şu sıralar.

Ölen kişi ben olmalıydım.

Araba kazasını yapan bendim ama ölen ben olmadım. Ölmeliydim, o sudan çıkmamalıydım. Kurtulacak olsam bile kendi irademle o suyun içinde ölümün beni de almasını beklemeliydim.

Kazadan sonra bana sunulan bu hayat, hayat değil. Bundan sonra izleyeceğiniz şeyler yakınını kaybetmiş bir insan değil. Bundan sonrası sadece ızdırap. Pişmanlık dediğimiz zehirin içten içe beni yiyip bitirişi...

Cenaze ortamı, insanların gelip gidişi, baş sağlığı dilemeleri sıkmaya başladığında buradan uzaklaşmak adına Kilise'nin bahçesine çıktım. Yüzümü ısıtan bahar güneşi halimin zıddı gibi parlamaktan vazgeçmiyordu. Ağlamaktan şişmiş yüzüm, uykusuzluktan kan çökmüş gözlerimse güzel havanın inatçısıydı adeta.

Üzerime geçirilen siyah takımın kravatını esnettim. Oturduğum duvar kenarında dizlerimi kendime çekip başımı gömdüm. Gözlerimi kapattığım an akıttığım bir kaç damla gözyaşı artık gözlerimi yakıyordu.

Hiçbir şey kalbimin ağrısından daha ölümcül değildi.

"Jungkook nerelerdesin, seni arıyorum ne zamandır?" Kafamı kaldırdığımda Chaeyoung'u gördüm. Tek perişan olan kişi değildim. Lalisa herkesle güzel bir dostluğu olan biriydi. Ve Chaeyoung onun en yakınlarındandı. Simsiyah kıyafetinin üzerindeki renksiz-tepkisiz yüzü aykırı durmuyordu. Saçlarını ensesinde sıkıca toplayıp makyajsız bir şekilde bir o yana bir bu yana koşturup cenazeyle ve gelen konuklarla ilgileniyordu.

"Ağlıyor musun sen?" Yaklaşmış, benim gibi kilise duvarına yaslanıp yere çökmüştü. "Kendini tutma, içinden geldiği gibi ağla. Hazır burada yalnız bir an bulmuşken sıkma kendini."

"Gözyaşım mı kaldı ki? Artık ağlayamadığım için karnıma kramplar giriyor ama bedenim bir şekilde bu acıyı yansıtıyor."

Derin bir nefes aldı Chaeyoung. "Taehyung'u çok tanıdığım söylenemezdi ama iyi biriydi. Bunu sokaktan geçen bile farkedebilir. Onun iyi niyetini yüzünde hissetmiştim hep. Lisa'yı da tanıyoruz hepimiz zaten, onun hakkında konuşmak istemiyorum." Histerik bir gülüş bıraktı. "Zaten hala inandırıcı gelmiyor ya, sanki çıkıp gelecekmiş gibi. Bir süreliğine işi çıkmış gitmiş, ama geri gelecekmiş gibi."

Geri gelecekmiş gibi ama asla geri gelmeyecek.

"Ben gördüm, geri gelmeyecek." Sıkıntıyla nefes verdim. "Onun kalbinin durduğu ana kendi gözlerimle şahit oldum." Tekrar ağlayacağını hissettiğinde bu hissi gönderip bir kaç derin nefesin sonunda ayaklanmış ve bana dönmüştü. "Ben aslında seni çağırmaya gelmiştim, Lisa'nın anne ve babası geldi."

"Ne?" Fal taşı gibi açılan gözlerimle Chaeyoung'a kafa salladım. "Hayır hayır, saçmalama."

"Ne saçmalaması Jungkook?"

"Ben nasıl çıkayım onların karşısına Chaeyoung, ne diyorsun sen?" Samimiyetsiz bir gülüş sundum. "Merhaba, ben kızınızın katiliyim, memnun oldum." Buna tepki olarak göz devirdi Chaeyoung. "O kadar yol geldiler Jungkook, seninle tanışmak istiyorlar. Kızlarının son anında onun yanında kim olduğunu merak ediyorlar." Onu elimle kışkışlayarak başımdan kovdum. "Karşılarına çıkacak kadar yüzsüz değilim, olamam."

"Jungkook, istesen de istemesen de gelmen gerekiyor. Hem onlar bir kaç gün burada olurlar muhtemelen, sürekli olarak kaçacak mısın?" Düşünmeden cevap verseydim kesinlikle evet derdim ama düşündüm ve Chae haklı gibiydi. Kaçamazdım, bir yandan cenazeyle ilgilenip bir yandan onlardan kaçamazdım.

İsteksizce kalktım ayağa, o da kabullenişimin üzerine vazgeçmemem için bir şey demeden peşimden geldi. Kilise kapısından içeri girerken duyduğum ağlayış, haykırışlar bedenimdeki tüm kanın çekilmesine sebep oluyordu. Yabancı dilde konuşan bir kadın bağıra çağıra bir şeyler söylerken anlatabildiğim tek kelime 'Lalisa' idi.

Ne kadar ayaklarım geri adımlamak istese de kendime hakim çıkıp yanlarına ilerledim. Yüzüm önümde, başım eğik vardığımda yanlarına dikkatlerini çektiğimim farkındaydım ama tepki vermediler.

"Özür dilerim." İngilizce bildiklerini biliyordum, daha önce Lisa'yla konu açıldığında konuşmuştuk. Ailesinden bahsetmişti. Bay Manoban, bayan Manobanın yanına gelip onu omuzlarından tutarak kaldırmış, onu sakinleştirmişti. Ben onların karşılarında bulunmaya bile utanıyordum.

Annesi gözyaşlarını silmeye çalıştı olabilidiğince. Bir kaç adımda bana yaklaşırken vuracağını sanmıştım ama o ellerini omuzlarıma koyup sıvazladı. "Sen iyi misin?" Şaşkınlığımla gözlerim irice açılırken o beni kendine çekip sarıldı. Şaşıran kişinin tek ben olmadığımı biliyordumem, eminim ki herkes benim gibi fal taşı gibi gözlerle bakıyorlardı bize.

Onun yüksek merhametle beni kucaklayışı içimde biriktirdiğim, çevreye yansıtamadığım, tüm duygularımın gün yüzüne çıkmasına sebep olmuştu. Göz yaşlarıma boğulmuştum.

Tek çocuklarını, kızlarını kaubetmelerine rağmen hala bu denli bir yumuşaklık sergiliyorlardı benim için. Bunu hakkettiğimi düşünmüyordum ama reddetmedim de bu durumu.

"Ben çok üzgünüm bayan Manoban." Sırtımı pat patladı. "Bu senin suçun değil."

Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bayan Manoban'da benden sonra gidip Jennie'ye sarılmıştı. Lisa hep anlatırdı, annesi Jennie'yi de kendi çocuğu gibi görürmüş.

Babasından da özür dinlediğimde babası da aynı büyüklüğü göstermişti. Lisa gerçekten mükemmel bir ailenin çocuğuydu. Kendi acılarının yanında bana sinirlenmek yerine ikisi de bana destek olmaya çalışıyorlardı. Kendi ailem gibi hissetmeme sebep oldular. Onlar da beni kendi çocukları gibi görmüş olabilirler.

Lakin duygular kandırmasın, ben onların kızlarını yağmurlu bir havada araba kazası yaşayarak ölümüne sebep olan kişiyim. Ben kızlarının katiliyim.

cemetery of oceansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin