-1-

43.3K 1K 117
                                    

Hızlı hızlı soluk alıp vererek ilerledi Ayşe. Sırtında bulunan bilgisayar onu geriye doğru çeksede durmadı. Geç kalmıştı ve bu hayatta en nefret ettiği şey geç kalmaktı. Diyarbakır da ikinci günüydü. Ağabeyi bir yıldır buradaydı. Telefonda dediği gibiydi Diyarbakır. Çok seversin tam senlik demişti. Öyleydi gerçekten. Şimdi de biraz yürüyeyim diye daldığı sokaklarda zamanı unutmuş ve birlikte kendisini bekleyen abisini biraz çileden çıkarmıştı.

Kırmızı saçları ve yüzünde dağılmış kırmızı çilleri ile dışarı da çok dikkat çekerdi Ayşe. Ama yakından öyle ahım şahım bir güzelliği olmadığını kendi de bilirdi. en çok nereni seviyorsun deseler annesinden ona yadigar kehribar gözlerim derdi. Zaten öyle kendini millete beğendirmeye çalışan biri de olmamıştı hiç. Ah birde kiloları vardı tâbi. Hastalığı sebebiyle fazla kilolarından asla kurtulmazdı. Zayıflaması demek hastalığının nüksetmesi demekti. Bağışıklık sistemi çok çabuk düşerdi. Bunun için Ayşe asla kilo vermeye çalışmazdı. Zaten çok kilosu yoktu ama boyu 1.64 olan bir kızda yetmiş kilo fazlaydı elbette. Kilolu değil etine dolgun duruyordu zaten. Yaşı gençti iki sene önce üniversiteden mezun olmuş bir bilgisayar mühendisiydi. Asla masa başı iş yapmazdı. Bu yüzden sivil çalışırdı. İki sene yurtdışı gezisi yapmış ve kendini bu konuda inanılmaz geliştirmişti. Ama memleketi onun için her zaman ayrı bir yerde olmuştu. Bu yüzden iki yılın sonunda yurda dönmüştü.

Bugün dalıp gittiği sokaklarda abisinin nerde kaldın diye araması ile hızlanmıştı. Birliğin önüne gelince önünde dikilen askerlere kısa bir merhaba diyerek kendini tanıtmaya başlamıştı.

"Merhaba. Ben Yiğit üsteğmenin kardeşiyim. Adımı vermiş olması lazım. Ayşe benim adım."

"Yani?"

Ayşe kaşlarını çattı. Adam baştan aşağı ona bir bakıp tersçe bir yani demişti.

"Yanisi içeri girebilir miyim? Beni bekliyorlar."

"İpini koparan da buraya geliyor."

Ayşe duyduğu cümle ile dudaklarını birbirine bastırdı. İnsanlar gerçekten kötüydü.

"Üslubunuzu düzeltin lütfen. Ne biçim konuşuyorsunuz."

"Sana mı soracağım nasıl konuşacağımı. Çek git isim felan verilmedi bana. Kimin koynuna girmeye geldiysen ara dışarı gelsin."

Ayşe duyduğu cümleler ile kehribarlarını doldurmuştu. Vatanında hele birde askeriyede bu tarz insanlar olması onu kötü hissettiriyordu.

"Üstünüzde olan üniformaya da mı saygınız yok sizin. İnsanları bu kadar kolay mı yargılarsınız."

"Bana bak-"

"Noluyor burada asker?"

Hamza uzaktan dinlediği konuşmaları askerin daha ne kadar çirkefleşeceğini düşünerek dinliyordu. Askeriyede kendi timine hayran olanlar kadar kıskançlık gösteren ve çekemeyen askerlerde vardı. Onların geçtiği eğitimlerden geçmemiş ama kendisini bir bordo gören insanlara tahammülü yoktu Hamza'nın.

Ayşe gelen kalın va baskın ses ile yüzünü o tarafa çevirdi. Üstünde askerî üniforma olan adam Ayşe'ye kalırsa 2 metre boyunda vardı. Zebellah gibi dikilmiş iri ve uzun vücudu ile biraz korkutucu duruyordu. Abisi de uzundu ama bu başkaydı tabi. Ayşe çok incelediğini düşünüp çevirdi kafasını. Zaten adam ona değil askere bakıyordu sert bir şekilde.

"Yüzbaşım ben."

"Sen ne asker. Sen nasıl sivil birine bu şekilde davranırsın. Çok olmaya başladınız artık. Nöbetin bitince savunmanı masama bırakırsın. Şimdi kulübeye dön elimden bir kaza çıkacak."

ALİCAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin