¹⁰

39 9 1
                                    

17 Mart
Cuma





"Yaşdığımı hissettiren
yanlızca sen varsın. "





 "

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




Sevgili günlük;

Şu sıralar pek dalgınım. İki de bir birilerine çarpıp duruyorum. Artık özür dilemekten bir hal oldum. Arkadaşlarım bana bir şey anlatırken nana bakıp bir soru soruyor ya da bana sesleniyor, söyledikleri hiçbir şeyi aslında duymadığımı fark ediyorum. Derslerimi dinlemeye çalışıyorum ama bazen aniden kendime geldiğimde bakıyorum ki anlatılan hiçbir şeyi anlamamışım.

Aklımda sürekli bazı düşünceler dolaşıp duruyor ama ben çoğu zaman ne düşündüğümden bile bihaberim.

Şu zamana kadar Genç Werther'in hikayesi çok güzel ilerliyordu. Werther'in inzivaya çekildiği küçük kasabadaki izlenimlerini okumak hoşuma gidiyordu. Bir de Werther'i kendime benzetiyordum. Werther de tıpkı benim gün be gün sana yazmam gibi hislerini, izlenimlerini ve yaptığı şeyleri mektuplara yazıp arkadaşına gönderiyordu. Gerçi benim böylesine mühim ve gizli düşüncelerimi paylaşabilecek kadar samimi olduğum dostlarım yok. Ama ben de sana anlatıyorum işte.

Bu yüzden Werther'i seviyordum. Onun sanatkar ruhunu seviyordum, yüreğinin el değmemişliğini seviyordum, düşüncesinin inceliğini seviyordum.

Hâlâ da seviyorum. Ama Werther'in öyküsünü okudukça yüreğime tıpkı Werther'in yüreğindeki gibi kara bulutların çöktüğünü hissediyorum. Göğsüm sancıyor. Buna engel olamıyorum. Onun ümitsizliği, karamsarlığı, bohemi üstüme bulaşıyor, söküp atamıyorum. Yüreğimin her kırıntısına sirayet ediyor, beni geri dönüşü olmayan bir hüzünle mahvediyor.

Werther, bana istemediğim kadar çok benziyor. Ben ona benzemek istemiyorum. Onun gibi kendi yüreğinin itaatsizliğinde boğulmak istemiyorum.

Yüreğimi başkalarına ait yüreklere bağlamak istemiyorum. Ama benim istemeyişim yetmiyor. Yüreğim bana itaat etmiyor, bağlanacağı yüreği kendi seçiyor. Ona engel olamamak ise ruhuma müthiş bir acı veriyor.

Şu günlerde- doğrusu hangi gündü pek hatırlamıyorum- birkaç parça eşiya almak için dışarı çıkmıştım. Hava güneşliydi ve aynı zamanda serindi de. Bu yüzden üzerimi değiştirmeye üşendiğimden siyah eşofman altının üzerine giydiğim beyaz tişörtüme şöyle bir bakıp iyi göründüklerine karar vererek uzun paltomu sırtıma geçirip çıktım.

Market alışverişi yapmayı seviyorum. Nedenini bilmiyorum ama seviyorum işte.

Uzun bir süre sonunda almayacağımı bile bile rafların arasında dolanıp ilgimi çeken her şeye baktım, inceledim. Canımın istediği şeyleri alıp küçük sepetime attım.

Alışveriş yapan ufak kalabalıktan yükselen uğultu, raflardan alınıp sepetlere atılan abur cuburların ambalajlarının hışırtısı, ağır ağır sürülen alışveriş arabalarının dönen tekerleklerinin gıcırtısı, müşterilerin avuçlarına dökülen bozuk paralar, kasiyerin "poşet mi bez çanta mı?" Sorusu, annesinin bacağına yapışıp küçük parmaklarıyla abur cubur reyonlarını işaret eden çocukların ısrarcı sesleri...

Ve daha birçok ses.

Tam da bu alışılagelmiş hengamenin ortasında, markete gelirken hiç almaya niyetim olmadığı halde abur cuburla doldurduğum sepetim elimde süt almak üzere dolaba yöneliyordum ki Taehyung'u gördüm. Eğer o orada olmuş olmasaydı biraz süt almak için gideceğim dolabın önünde ellerini ağzına kadar dolu alışveriş arabasının tutacağına koymuş dolaptan içecek seçen kızı bekliyordu.

Bu, geçen - kaç gün öncesiydi hatırlamıyorum- yağmur yağıyorken Taehyung'un sarıldığı kızdı.

Kalbim acıdı.

Taehyung, alışveriş arabasını bırakmış arkasındaki raftaki abur cuburları inceliyordu. Yanındaki güzel kız ise başını kaldırmış  içecek dolabının en yüksek rafına konulmuş meyve suyuna yetişmek için ayak ucunda yükselmiş, almaya çalışıyordu. Biraz sonra onun bu ufak çabasını fark eden Taehyung kızın arkasına geçip onun yetişemediği meyve suyu şişelerinden iki tanesini alıp alışveriş arabasını sürmeye devam etti. Kız ise Taehyung'u takip edip rafların arasında kayboldu.

Dürüst olmak gerekirse onlar birlikte çok güzel görünüyordu. İşte yüreğime bu hafiflemek nedir bilmeyen acıyı veren de bu ya! Onlar çok güzeller, hem de imreneceğim kadar güzel. Ama ben asla o kızın yerinde olmayı dileyemem. Bunu yaparsam ona kötülük etmiş olurum. 

Ben onun için yanlızca omzumu yaslayıp onu seyrettiğim duraktaki sokak lambası kadar değerliyim.Hep oradayım, her mevsim, ona ışık tutmayı bekliyorum. Ama o  yanımdan geçerken bir kerecik olsun durup başını kaldırıp bana bakarak birkaç saniyeliğine de olsa yolunu aydınlattığım için bana teşekkür etmiyor.

Marketten çıktım. Eminim sepetime doldurduğum yığınla şeyi almaktan vazgeçtiğim için kasiyer çok üzülmüştür. Ama Taehyung beni görsün istemiyordum. Kaldırımda yürürken seri adımlar atmamın etkisiyle yüzümü yıkayan hafif rüzgar yanaklarımdaki ıslaklığı hissetmeme sebep oldu.

Durdum.

İçimde, dışarı çıkmak için çırpınan çaresiz hissi bastırıp göz yaşlarımı sildim.  Tekrar yürümeye devam ettim. Uzaklaşmak istedim, her şeyden olabildiğim kadar uzak olmak istedim. Attığım her adımımda bir hüznümü şu kimsesiz kaldırım taşlarına bırakayım istedim. Yüreğimi boşaltmak istedim.

Onun başkasına ait olan kalbini arzulayan kalbimi öldürmek istedim.

Artık Werther'i sevmiyorum. Çünkü bana benziyor.

Werther ümitsiz sevgisinden vazgeçip uzaklaşmak, unutmak yerine onun içinde boğulmayı seçti.

Ben mi? Ben zaten çoktan boğuldum.

YN: Merhaba! Hiç okurum yok ama yine de merhaba. Şu sıralar hiç iyi değilim, bu bölümün bu denli karamsar oluşunu da buna bağlıyorum. 

Curl Up & Die Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin