²³

28 6 0
                                    

×

×

×

×

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Sevgili günlük;

Bugün 24 Haziran Pazartesi. Ay görünmüyor ve oldukça sıcak bir gece. Gökyüzünde hastalıklı bir hava var. Yaprak bile kımıldamıyor. Sadece ağustos böceklerinin sesi duyuluyor. Bir kez daha düşüncemi zorlukla toparladım ve bir kez daha çok basit bir sebepten ötürü dağılıverdi. Bu alışılmadık sakinlik beni huzursuz hissettiriyor. Her şey uykuya dalmış gibi. Ağlamak istiyormuşum da ağlamayı beceremiyormuşum gibi hissediyorum.

Biraz dolaşmak için üzerime ince bir hırka alıp ayakkabılarımı giymeye koyuldum. Annem iki gündür işi dolayısıyla eve gelmiyor.
Evde tek başıma kalmaktan korkuyor değilim. Ama bu tek başıma kalmayı sevdiğim anlamına da gelmiyor. Koltuğa ev halimle uzanmış ne kadar sıkıldığımı düşünürken televizyonu kapatınca aniden beliriveren bu sessizlik içime bir huzursuzluk yaydı. Birden bire her yer sessizliğe gömüldü. Tek ışık kaynağı olan televizyon da kapanınca karanlıkta kaldım. Bir süre istifimi bozmadan kucağımdaki yastıkla öylece durup gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim.

Saat gece yedi dolaylarındaydı. Hava kıpırtısız ve bunaltıcıydı. Tek bir yıldız bile görünmüyordu. Yalnızca kuzey yıldızı uzakta belli belirsiz bir parıltı yayıyordu. Gecenin bu hastalıklı havası sokaklara da bulaşmış gibiydi. Baktığım her yerden ölümvari bir dinginlik akıyordu. Kapının eşiğine oturmuş ayakkabılarımın bağcıklarını bağlarken Turuncu küçücük sıcak bedenini sırtıma sürterek yanıma sokulup en sonunda durup beni izlemeye başladı. Onu kucağıma alıp sevmemi bekliyordu. Onu buna iyice alıştırmıştım. Onun varlığını hisseder hissetmez yalnızlığımı unutuverdim. Uzunca bir süre açık kapının eşiğinde yan yana oturup yalnızlığımızın etrafımıza serpiştirdiği bu sessizliğe kulak verdik. Turuncu'yu burada tek başına bırakmak istemiyordum ama onu yanımda da götüremezdim. Bu yüzden onun için salonun ışıklarını açık bırakıp mamasını verip çıktım.

Hatrı sayılır bir kalabalığın dolanıp durduğu sokakta etrafıma bakına bakına yürüdüm. Bu akşam vakti benim gibi dışarı çıkmış onaca insan varken bile her yer sessizdi. İnsanlar yolda beraber yürürken ya da bir yerler de otururken kısık sesle konuşuyordu. Sanki birini rahatsız etmekten korkar gibi bir hâlleri vardı. Oysa aynı insanları gündüz vakti aynı sokağa toplasanız insan gürültüden kendi sesini duymakta zorlanırdı. Karanlıkta onları duyup uykusundan uyanacak bir şeyin varlığı mı onları sessizleşmeye itiyordu yoksa gecenin uykusunu bölmekten mi korkuyorlardı? Bu sessizliğin tek sebebi güneşin yokluğu muydu? Çünkü gecenin gündüzden tek farkı güneşin olmayışıydı.

O sırada gözüme çarpan ışıklı ve oldukça sevimli görünen bir dondurmacının önünde durdum. Parlak tabelasını biraz inceledikten sonra cam kapıyı iterek içeri girdim kapının üzerindeki çan ince bir sesle çaldı. Ufak tefek bir yerdi. Birkaç yuvarlak masa ve muhtemelen arkasında nefis dondurmaların olduğu büyükçe bir tezgahtan başka bir şey yoktu. Kenarda köşede asılı balonlara bakılırsa yeni açılmıştı. Hoş, zaten burayı daha önce gördüğümü anımsamıyorum. İçerde kimsecikler yoktu. Demin bahsettiğim tezgahın arkasından üzerinde beyaz bir tişört olan birinin sırtı görünüyordu. Eğilmiş bir şeyle uğraşıyor gibi görünüyordu. Biraz bekledim ama çan sesine rağmen geldiğimi fark etmemiş olmalıydı. Boğazımı temizleyip "Bir tane böğürtlenli dondurma alabilir miyim, lütfen?" Diye konuştum.

Curl Up & Die Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin