²⁵

35 6 0
                                    

×

×

×


×

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




Sevgili günlük;

Bugün 9 Temmuz çarşamba. Sanırım yüreğinde ne idüğü belirsiz hisler taşımak bende alışkanlık oldu. "Işte ben buyum!" Diyemiyorum. Çünkü kendimi tanıyamıyorum. Sürekli bir bekleyiş, bir arayış içindeyim. Birinin gelip bu arayışıma son vermesini bekler gibiyim. Ama aslında beklemek istemiyorum. Sanki doğduğum gün bir melek kulağıma uzak bir gelecekte beni bekleyen "bir gün"ü fısıldamış bense sessizce o günün gelmesini bekliyorum. Sanki şimdiye kadar hiç yaşamamışım da o gün gelince yaşamaya başlayacağım. Şimdiye kadar hep yalnızdım, o gün kalabalık olacağım. Şimdiye kadar hep üzgündüm, o gün mutlu olacağım. Sanki şimdiye kadar hep dışımdaydım da o gün gelince içime girip nasıl biri olduğumu öğreneceğim, kendimi bulacağım. Sahi bu "o gün"üm çok mu uzak bana?

Ne zamandan beri bu kadar düşünür oldum bilmiyorum ama hiçbir zaman düşündüklerimi bu kadar doğru bulmadığımı biliyorum. Taehyung, tespitinde pek haklı olsa gerek: çok düşünüyorum. Hoş, zaten düşünmekten fazlasını yapamam ben. Bu, benim yaradılışıma ters düşer.

Sabah sekiz dolaylarında durakta bekliyordum. Hava güzeldi. Belki de henüz erken olduğundan pek sıcak değildi. Taehyung önce karşı kaldırımda biraz oyalanıp sonra yolu büyük adımlarıyla aşarak yanıma geldi. Durakta oturacak yer yoktu. O da benim gibi ayakta beklemeye başladı. Omzumu pek sevgili sokak lambasına dayamış, çantamı iki elimle tutmuş öylece yola bakıyordum. Taehyung ise bir adım kadar uzağımda dikilmiş, elleri pantolunun cebinde, ayağındaki terlikle küçük bir taşı ittirip duruyordu. Ayak parmakları yine terlikten fırlamıştı. Şu geniş terliklerin içinde kaybolmuş büyük ayaklarını, kirpiklerine takılıp durduğu halde kesmediği saçlarını, ellerini kucağındaki çantasının üzerine bırakıp etrafı seyre dalmasını hatta garip bir şey duyduğunda ondan habersiz havaya kalkan kaşlarını bile seviyordum.

Sanırım sevmek gerçekten böyle bir şeydi. O'nunla ilgili en önemsiz şey bile benim için paha biçilmezdi. Burnundaki minik ben, güneşin parlattığı gözbebekleri, dudaklarındaki silik çizgiler, her yakınımdan geçişinde duyulup kaybolan kokusu hatta şu biçimli tırnaklarının üzerindeki beyaz lekeler bile benim için değerliydi. Başka hiçbir insanda bu saydıklarımı göremezdim. Belki de görmek istemezdim. Ya da zaten o denli derince bakmıyordum ki göremiyordum. Ah, önemli olan da bu değil. İşte görüyorsun ya! Başkalarını görmüyorum. Aynı gecenin altında yaşadığım yüzlerce insanı, şu içinde yaşamak adı altında çürüdüğüm dünyayı görmüyorum. Sanki herkes silinip gitmiş gibi. Sadece o var. Sadece onu görmek, ona bakmak istiyorum. Başka bir şey istemiyorum. Beklentilerimi de ümitlerimi de yitirdim. Ben de tükendim. Bu tükenmiş halimle, içimde bana dair kalan son zerreyle de onu arzuluyorum.

Curl Up & Die Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin