¹⁷

33 6 0
                                    

17 Nisan
Pazartesi






"Benim adımı bağışla
ben iklimler coğrafyasının ta kendisi
sanırım suyum başkalarınca ısıtılır
pazartesi"







"Benim adımı bağışlaben iklimler coğrafyasının ta kendisisanırım suyum başkalarınca ısıtılırpazartesi"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Sevgili günlük;


Akşama doğru, güneş hala gökyüzündeyken, salonda oturmuş aslında hiç izlemediğim televizyona bakıyordum. O sırada annem de mutfakta bir şeyler yapmakla meşguldü sanırım. Birden içimden kütüphaneye gitmek geldi. Evet, gerçekten bu fikir aklıma birden geldi. Yemeğe kadar yapacak daha iyi bir şeyim yoktu. Bu yüzden hemencecik üzerime bir şey alıp çıktım. Annem, ben eğilmiş ayakkabılarımı giyerken başını mutfak kapısından şöyle bir uzatıp bana baktıktan sonra dönüp işine devam etti. Çıkar çıkmaz rüzgar yüzümü yakıp saçlarımı omuzlarımdan geriye savurdu. Gözlerimi kıstım. Uçuşan ceketimi düzeltip kollarımı göğsümde birleştirerek yürümeye koyuldum. Şu rüzgar yüzüme çarpınca boynumdan sırtıma doğru soğuk su akıyormuş gibi hissediyorum.

Nasıl bir şey seçeceğim konusunda pek bir fikre sahip olduğum söylenemezdi. Danıştığım görevli bana bir kitap önerdi. Ona nasıl bir kitap olduğunu sordum. Bana kısaca kitabın konusundan bahsetti. O anlatırken hemencecik okumaya başlamak için heveslendim. Kitabın konusu bana çok hoş gelmişti. Saate baktım, daha yemeğe çok vardı. Biraz orada oturup okuyabilirdim. Çeyrek saat bile geçmeden sıkılıp kitabı kapattım. Belki de o kütüphane görevlisi kitabı güzel bulduğu için bana da güzel bir şekilde anlatmıştı. O kendi gördüğü şekliyle kitabı "güzel" olarak nitelendirmişti. Ama kitabı okuduğumda her ne sebeptense onun bana anlattıklarıyla aynı şeyleri anlattığı halde bana güzel gelmemişti. Belki de yazarın anlatımının bunda bir etkisi vardı. Çünkü yazar da kütüphane görevlisi de aynı hikayeyi anlatmışken benim görevlinin anlattığını sevip yazarınkini sevmememin başka bir açıklaması olamazdı. Bilmem kaç yıllık bir yazarı bir kütüphane görevlisi ile karşılaştırmak pek akıl kârı değil. Ama böyle düşünmek de elimde değil. Sırf o adamın anlattığı kadar güzel bir hikayeyle zihnimi doyurmak için kendimi okumaya zorladım fakat bir türlü adapte olamadım. Kitap hiç beni kendine çekmiyordu. Bu yüzden bir şeyler okumaktan vazgeçip oradan çıktım. Tabii o kitabı da almadım. Her ne kadar bu yazdıklarımı senden ve benden başka kimse bilmeyecekse de buraya kitabın ismini ya da yazarını yazmak istemiyorum. Bu saygısızlık olur gibime geliyor.

Tüm gün boyunca aklım bir karış havadaydı. Sana bugün yaptıklarımı,düşündüklerimi, gördüklerimi yazmak istiyorum ama kafamdakileri bir türlü toparlayamıyorum.
Şu sıralar içimde öyle bir his var ki beni deli ediyor. Hiçbir şeye ihtiyacım yok, hiçbir sorunum yok. Aklımda tek bir soru dönüp duruyor: "mutlu olduğunu söyleyebilmek için hiçbir sıkıntının olmaması yeterli mi?"
Eğer yeterliyse o halde ben mutlu bir insanım. Ama neden hiç öyleymiş gibi hissetmiyorum? Mutlu olmamam için bir sebep yok, mutlu olmam için de bir sebep yok. Ben ne mutluyum ne de mutsuzum. Bu ikisinin ortası da değilim. Ortası demek her ikisini de hissetmek demek. Ben hiçbirini hissetmiyorum. Ben sadece acıyı hissediyorum. Sanki göğsümün içi buz gibi bir suyla dolmuş, kalbim de tüm bu suyu sünger gibi içine çekip soğumuş, ağırlaşmış. Artık onu taşıyabileceğimi sanmıyorum.

Yine aklıma birden Taehyung geldi. Sanırım o aklımdan hiç çıkmıyor. Ben ne düşünürsem düşüneyim hep aklımın bir köşesinde durup bana kendini hatırlatıyor. Ama ben onu hatırlamak istemiyorum. Hayır, hep birden bire aklıma düşsün istiyorum. Hem istiyorum hem istemiyorum. Ah, ben ne istediğimi bilmiyorum.

Yanımda değilken bile onu düşünmenin yanımdaymış gibi hissettirmesini seviyorum ama bir yandan da suçluluk duyuyorum. Kendimle çelişip isteklerimin arasında kalıyorum.

Onu düşünmek
istiyorum

Hayır, onu
düşünemezsin.

Ama yine de
düşünmek istiyorum.

Onun ,senin onu
düşünmene ihtiyacı yok.

Hâlâ düşünmek
istiyorum.

Onun buna
ihtiyacı yok.

İhtiyacı olmasa da
düşünmek istiyorum.

Onu düşünen
biri var zaten.

Yine de düşünmeden
edemiyorum.

Aklıma ne geldi biliyor musun?
Psikolojide id, ego ve süperego diye üç kavram var. İd, insanın yapacağı şeyin sonuçlarını düşünmeden, sadece kendi isteklerini düşünerek hareket etmeye meyilli olan tarafıdır; süperego, kendi isteklerine değil de toplumsal değerlere öncelik verir, yaptıklarının sonuçlarını düşünür; ego ise id ve süperegonun ortasıdır. İkisinin dengeleyicisidir. Ne id gibi sadece kendini düşünür ne de süperego gibi değerlerine fazlasıyla bağlıdır. Ego, önce id'in isteklerini dinler sonra süperegonun tepkisini ölçer ve id'in isteklerini süperegonun değer yargısına göre değerlendirerek bir karara varır. Bunu gün içerisinde herkes yaşar.

Biri size çizdiği resmin nasıl göründüğünü sorar. İd, karşısındakinin ne tepki vereceğini düşünmez, kötü göründüğünü söyler. Süperego, id'e karşı çıkar, bunun kaba bir davranış olduğunu söyler. Ego ise id'in düşüncesini süperego'nun ölçütlerine uydurarak "bu resim iyi görünüyor ama şöyle bir hatası var" der

Şu dakikada yatağıma oturmuş günlüğüme günümün değerlendirmesini yazarken neden böyle bir şey yazmaya gerek duydum bilmiyorum. Sadece şimdi aklıma geldi ve yazmak istedim.

Benim isteklerim, düşüncelerim, hislerim, hissettiklerim bir yanda asıl yapmam gerekenler, asıl düşünüp hissetmem gerekenler bir yanda duruyor. Ben ise kendi isteklerimin ve yapmak zorunda olduklarımın arasında kalmış vaziyetteyim. Kıpırdayamıyorum. Yüreğime uyarsam ağır bedeller ödeyeceğim, aklıma uyarsam üzüleceğim. Her halükarda incinen ben olacağım. Şu durumda sağlıklı bir karar vermem mümkün değil.

Uykum yok ama uyumaya çalışacağım. Önce ışıklarımı kapatmam gerek.

İyi geceler, seni seviyorum!

Curl Up & Die Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin