²⁹

26 5 3
                                    

.

.

.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.










Düşüncelerim bana zulmetmeyi seviyordu,
Kendinden geçiyor, bilgece esrikleşiyordu
Bir düş hasadınının onu devşiren yüreklere bıraktığı hazin , hoş kokular , ıtırlar ile









Sevgili günlük;

Pek Sevgili dostum; artık öyle çok isteksizim ki bu sözleri dahi zorlukla yazıyorum. Hem manevi olarak hem de fiziksel olarak yorgunum. Öyle yorgun hissediyorum ki..!
Bedenim bana ağır geliyor. Halsizim. Hiç mecalim yok. Şayet kalemimi elime almış, masaya eğilmiş bir takım sözler yazdığım şu sırada tıpkı masasının başına geçmiş Bertold Berger'in defterine "İncipit vita nuova" yazarken bileklerinde farkettiği kırmızı lekelere hayret ettiği gibi kendi bedenimde bu lekelerden görsem Kızıl'a yakalandığımı düşünecektim. İşte bu kadar yorgun hissediyordum. Ama bedenimde ne bir leke ne de tek bir çizik var. Neydi o halde bu bitkinliğin sebebi?

Keşke Berger gibi, son anımda olsa bile, bir kez olsun yaşamaya aç olabilseydim, bunu hissedebilseydim. Bunun için nelerimi vermezdim! Tut ki gencim, safça bir tazeyim, toyum, kanım sıcak sıcak akıyor ama ne fayda? Ben yaşama bir dikiş tutturamadıktan sonra. Ben ki içine yaşlı bir ruh oturmuş zavallı bir çocukcağızım. Ne yaşlı ruhumu ne de çocuk bedenimi koruyabiliyorum. Ben kimim ki onları ardımda sürüklüyorum? Her düşüncem bir köksüz acıyı sayıklıyor. Köksüz diyorum çünkü bu acının doğduğu bir başı da yok onu söküp alabileceğim bir sonu da yok. Sanki sürekli bir devinim içerisinde dönüp duruyor, unutulan her şeyi geri başa sarıyor. Doğuyorum ve ölüyorum. Ve bir kere daha doğup bir kere daha ölüyorum. Ben defalarca kez ölüyorum. Bitip tükenmez bir akıntıyla sürüklendikçe sürükleniyorum. Bedenim kıyıya canlıyken vuruyor ama yaşayamıyorum.

Her neyse.

Bu sabah, geçen haftarda ödünç aldığım birkaç kitabı kucaklayıp geri vermek üzere kütüphanenin yolunu tuttum. Durakta beklerken de otobüste başım cama çarpıp dururken de aklımdan geçenleri kestiremeden kaldırımda yürürken de neyin içinde olduğumu bilmiyordum. Başım ağrıyordu ve annem dışarıya çıkıp dolaşmanın iyi geleceğini söylüyordu. O da benim için fazlasıyla endişeleniyordu. Annem bir yana Turuncu bile son günlerde üstüme çöken bu tuhaflığı sezer gibiydi. Sanki beni tanımıyordu. Eskiden anahtarın döndüğünü işittiği gibi kapıya koşardı. Ona çarpmayayım diye kapıyı elimden geldiğince yavaş açıp ayaklarımın etrafında dolanan bu pek sevimli dostumu eğilip kucaklardım. Şimdiyse kapıyı açtığımda onu salondaki pufuna uzanmış, başını kaldırarak bana bakarken buluyordum. Ben yanına gidinceye kadar yanıma gelmiyordu. Çoğu zaman annem mutfakta bir şeylerle uğraşırken duyduğum takırtıları takip edip mutfak kapısından başımı uzatırdım ve annem yere çökmüş dolabı karıştırırken Turuncu'nun yumuşak turuncu,beyaz tüylü bedenini onun sırtına yasladığını görürdüm. Annem ise buna gülümserdi. O an ne düşündüm biliyor musun? Ben evde olmasam bile annem yalnız hissetmezdi.

Curl Up & Die Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin