"Bahçeye giriş yaptı." Chris'in kulağıma fısıldamasıyla gözlerimi araladım ve hemen karşımda duran aynadan yeni saçlarıma baktım. Yeniden mullet olduk, iyi mi?!
"Yakıştı değil mi?" Diye sordum sarı mullet saçlarımı kabartırken. "Misafirimiz için yaptırdım, umarım beğenir."
"Misafir umduğunu değil," derken gözleriyle beni süzdü ve ardından deponun anahtarı olduğunu anladığım anahtarı bana uzattı. "Bulduğunu yer."
Koltuktan kalktım ve dizleri yırtık bol pantolonumdan görünen file çoraplarımı düzelttim. Dar, düz beyaz cropumun üzerine zümrüt taşlı deri ceketimi giyip F harfi şekle sahip yüzüğümü taktım. "Normal bir karşılama yapın... Önce misafir odasına, ardından da ofisime götürdüğünüzü belirterek merdivenlere ilerletin."
"Ya anlarsa, o zaman ne yapacağız?"
"Bayılt." Tek kelime, altı harf ve çekmeceden çıkarttığım, sadece birkaç saniye önce hazırladığım gazlı bez. Bezi Chris'in eline sıkıştırdım ve depolara inen arka merdivene yöneldim.
Hyunjin'in Ağzından...
Bahçe kapısına yaklaştığımda hızımı azalttım ve tam kapının önünde durduğumda iki yandan da korumaların açtığı kapıdan içeriye girdim. Tam tahmin ettiğim gibi sokağın herhangi bir yerine kamera olmalıydı ve benim geldiğimi çoktan görmüş olmalılardı.
Korumanın işaret ettiği alanda durup araçtan çıkmadan binaya baktım. Hayatımda ilk kez babamın sövüp sövüp bitiremediği o evdeydim. Camlara bakıp herhangi birinin bana bakıp bakmadığına emin olmaya çalışırken camın tıklatılmasıyla yapılı korumaya döndüm. Adam kapıyı açıp aşağı inmemi eliyle işaret ettiğinde kaşlarımı çatarak aşağı indim. Bu kadar nazik bir karşılama beklemiyordum açıkçası.
"Hoş geldiniz Bay Hwang." Duyduğum hitap şekliyle yüzümü buruşturdum, hemen başımı çevirip adamın görmemesi için yüzümü sakladım. "Patron sizi ofisinde bekliyor."
Başımı sallayıp evin açılan kapısına döndüm. Adının Chris olduğunu duyduğum ve araştırarak geçmişini az çok öğrendiğim adam kapıda belirdiğinde adımlarımı o yöne çevirdim. Chris önümde hafiften eğilip içeriyi işaret ettiğinde sakin adımlarla girdim içeri ve beni karşılayan altın çerçeveler ve çerçevelerin içinde sıkışıp kalan çocukluk anılarını gördüm.
"Bay Lee'nin geçmişi bu kadar altın gördüğünü düşünmüyordum..." diye mırıldandım gözlerim duvardayken.
"Efendim?"
"Yok bir şey... Ee, 'patronunun' ofisi ne tarafta?" Chris hemen solda kalan kapıyı işaret ettiğinde başımı içeriye uzattım ve turkuaz kumaş kaplı kanepelerin olduğu odaya adım attım. "Buranın ofis olduğunu sanmıyorum?.."
"Siz oturup bekleyin, ben de Bay Felix'e haber vereyim Bay Hwa-"
"Hyunjin." Dedim kendime hakim olamayarak. "Bay Hyunjin yeterli." Chris başını sallayıp odadan çıktığında çerçevede gördüğüm küçük bir çocuk dikkatimi çekti. Bu çocuk... duvarda fotoğrafı olmayan bir çocuktu.
Resmi elime alıp incelemeye başladım. Kahve kısa saçları, ince ve küçük kollarıyla bacakları, kocaman olan ve bir inciyi andıran gözleri, kalp şekli dudakları, yanaklarını kaplayan yıldızları andıran çilleri... Bu çocuk kimdi? Bu çocuk kimdi bilmiyordum ancak çok güzeldi... Benim gibi dayak yiyerek büyümediği, annesinin ölümüyle suçlanmadığı, eline tek dokunan kadın elinin ablası olmadığı ve pırlanta gibi bir çocukluk geçirdiği belliydi.
"Bay Hyunjin, iyi misiniz?" Çerçeve elimden düştüğünde arkamı dönüp bir bana bir de yerde kırılan çerçeveye bakan Chris'e döndüm. Başımı çevirip damlayan tek gözyaşımı sildim ve başımı salladım. Yüzümü saklayarak ona yaklaştım ve boğazıma oturan yumrunun sesimi titretmesine izin vermeden konuştum.
"Patronun beni odasına alacak mı?"
"Evet, buyurun." Chris alt kata inen merdivenlere yöneldiğinde onu takip etmeye başladım. Ne yani, ofisi alt katta mıydı? Bu kadar gizli ve özel ne saklıyor olabilirdi ki ofisine?
Bir saniye, neden bir şey sakladığı ofisine beni alsındı ki?
"Ofisine inmiyoruz..." deyip cebimden silahımı çıkartmaya kalkıştığım sırada arkamdan birisinin ellerimi tutması ve Chris'in burnuma bir bez tutmasıyla bedenimin uyuştuğunu ve yavaş yavaş uykuya daldığımı hissettim.
***
"Hwang... Hwang?.. Uyanmadı hala... Ölmedi değil mi? Heeeyoooo! Lan piç, uyansana!" Duyduğum ses, daha önce hiç işitmediğim bir sesti.
Gözlerim aralanırken ellerimin tepemde bir şeye bağlı olduğunu hissettim. Ayaktaydım, parmak ucundaydım ve kollarımı hissetmiyordum. Başım bir sağa bir sola düşerken kapkaranlık bir odaya uyandım.
"Hwang... Ah, günaydın! Gerçi bir saat oldu ama olsun! Öldün zannettim... Bu kadar genç yaşta bir örgütün elebaşını öldürürsem sıkıntı çıkabilirdi." Bu sesten başka kahkahalar duydum. Başımı dik tutabildiğimde etrafa bakınmaya çalıştım ancak hiçbir aydınlık yoktu... En ufak bir ışık bile göremiyordum.
"Hwang... Buradaydım." Kadın sesi? Daha önce duymadığım bir kadının sesiydi bu. Anlayamıyorum, ölmüş müydüm? Komaya mı girmiştim yoksa merdivenlerden inerken düştüm de?..
"Hwang... Ah, Hyunjin-ah~ Annene gel bebeğim." Annem? Annem mi?
"Anne?" Diye mırıldandım kendimi tutamayarak. "Anne mi?" Dedim bu sefer gülerken. Bir anda kahkaha atmamla bir kapının açılıp kapandığını işittim. "Annem yok ki benim... Ne annesi lan orospu çocuğu?!"
Bir anda gözlerimin önünde bir flaş yandığında gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Flaş gözlerimden uzaklaşıp başka bir yere çevrildiğinde gözlerimi zar zor açıp karşımda duran kişiye baktım. Bu o çocuktu...
Çilli çocuk.
"Kim bilir o karanlık odalarda ne yaşadın, Hwang... Yazık." Bedenini süzdüm. Dar ve göbeği açık kıyafetinden görünen göğüs uçları gözlerime çarptığında başımı çevirdim hemen. Karşımda bir erkek vardı ancak giyim tarzı...
"Ne o? Cinsiyetçi misin sen?" Kurduğu cümleyle kaşlarımı çattım ve ona döndüm bir anda.
"Beni buraya bağlamışsın ve sorduğun soru bu mu?" Tek kaşı havaya kalktı ve bana kısık gözlerle baktı. Işık bir anda söndüğünde elimde olmadan sırıttım. Adım sesleri uzaklaşırken kapı açıldı. "Hey, nereye gidiyorsun? Beni burada bırakacak değilsiniz ya?!" Ve kapı kapandı.
Felix'in Ağzından...
Koltuğa yayılıp sofraya getirilip götürülen tabaklarda dolaştı gözlerim. Kaç saat geçmişti Hwang'ı orada tek başına, o karanlıkta bırakalı? 4... 5?..
"Bay Felix, daha ne kadar bekleyeceğiz?" Chris'in sesiyle başımı kaldırdım ve boş boş bakan gözlerine boş boş baktım. "Neyi ne kadar bekleyeceğiz?" Diye sordum ve az önce düşündüğüm şey aklıma geldiğinde koltuktan fırladım.
"Chris, adamı travmasında bıraktık ya!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love of the Mafia
Fanfictionİki ayrı mafya elebaşı: Hwang ve Lee. Birbirlerine küçüklükten beri düşman olarak büyüyen iki adamın savaşının ölümle sonuçlanmasının sonucu oğullarının onların yerine geçmesiyle başlayan yeni bir savaş. Travmalarla büyüyen, babalarının intikamını a...