Belki Oğlun Öğrenmek İster

452 79 17
                                    

Hyunjin'in Ağzından...

Anlayamıyordum... Jeongin'in bunu neden benden sakladığını, diğer liderlerin neden bundan haberdar olmadığını merak ediyordum. Beni bekleyen araca bindim ve Jeongin motoru çalıştırıp eve doğru sürmeye başladığında gözüm hep dikiz aynasından ona bakıyordu. "Ee, Efendi, yemek nasıl geçti?"

"Normaldi."

"İstediğiniz cevapları alabildiniz mi?" Gözleri gözlerimle buluştuğunda daha neler sakladığını sorguladım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve başımı aşağı yukarı salladım. "Fazlasını aldım, Jeongin." Kaşları çatıldığında ne demek istediğimi anlamadığını belli etmişti.

"Nasıl yani? Sorduğunuz neydi de nasıl bir cevabını aldınız ki?"

"Bir keresinde Lee bana 'Her şeyi başlatan babandı.' demişti de onun ne demek olduğunu öğrenmek için gitmiştim. Sağa dön." Sola kırdığı direksiyonu bir anda sağa çevirdiğinde araç kaydı ancak profesyonel bir şekilde kurtardı Jeongin durumu. Dümdüz ilerlerken on yedi yaşlarımda hep gittiğim ancak Jeongin'in asla gitmediğine emin olduğum o parka giden sokağa girmiştik.

"Efendi, yanlış anlamayın ama nereye gidiyoruz?" Jeongin yavaş yavaş ilerlerken gömleğimin ilk dört düğmesini açtım. Böylece göğüslerimden göbek deliğime kadar üstümü açmış oldum. Saçlarımı dağıttım ve koltuğun omzuna üç kez patpatladım. "Burada dur ve aşağı in." Jeongin motoru kaparken ben çoktan inmiştim aşağı. Bileğimdeki pahalı saati, telefonumu ve cüzdanımı içeri fırlatıp kapıyı kapattığımda duyduğum "Woah!" sesiyle gülümseyerek bana bakanlara ilerlemeye başladım.

"Vay, Hyunjin hyung! Ne olmuş sana beh!" Uyuşturucudan dönmeyen diliyle peltek peltek konuşmasıyla kahkaha attım Hun'a bakarken. Bir anda ayağı kaydığında yere düşmesiyle koşarak yanına vardım ve dizlerimin üstüne çöktüm.

"Hun, iyi misin?"

"Offf, uçuyorum! Ne diyorsun?!" Ellerini omuzlarıma koyup ayağa kalktığında arkama baktığını fark ettim. Başımı yan çevirip Jeongin'e göz attıktan sonra elimle az ileride duran önünde ateş yaktıkları boyalı duvarın dibinde oturan on genci gösterdim ve Hun'la beraber oraya ilerlemeye başladım Jeongin peşimizden gelirken.

"Aileni bulamadın mı?" diye sordum en son beş sene önce konuşulan konuyu gün yüzüne çıkartarak. "Buldum." dedi ve kendini yere, uyuyan iki kızın arasına attı. "Ama beni kabul etmediler."

"Neden?" Çöktüm ve duvara sırtımı yasladım. Jeongin şaşkın şaşkın bana bakarken yanıma oturması için yanımı gösterdim.

"Neden mi? Tüm organlarım iflas etmiş hyung, böyle birisini kim ister bir söylesene?" Cebinden bir paket çıkartıp elinin üstüne azcık döktü ve burnunun tek deliğini kapatıp açık olanla içine çekti. Paketi bana uzattığında Jeongin konuşacağı sırada paketi elime alıp aynı şeyi ben de yaptım. Başım anında dönerken arkamdaki duvara yasladım başımı. "Sen neler yaptın?"

"Örgütün başına geçtim, Hun." Gömleğimin kollarını sıvadım ve geçmeye başlayan morlukları gösterdim. "Moruk geberdi, onu gururlandırmamıştım daha... Ama bana anlatmadığı pislikleri var." Pakete bir daha uzandım. Elime döküp içime çektim. Hun'u artık iki-üç kişi olarak görüyordum ve bu nedensiz gülümsetmişti.

"Trafik kazasında öldü diye süslediği cinayetini öğrendim bugün Lee'den. Ah, şey, Lee dediğime bakma... O moruk da geberdi. Ben geberttim."

"Kurşun yemez moruk olan Lee mi?" Han bir anda konuştuğunda başımı salladım ve devam ettim. "Evet, o Lee. Benim sayemde öldü. Oğlu geçti örgütün başına... Gerçi oğlan demek doğru olur mu bilmiyorum ama siki olduğuna eminim. O eteğin altındaki kabarık şey vajina olamaz."

"Nasıl yani?" Hun konuştuğunda kardeşi Han cevap verdi.

"Gaymiş işte neyini anlamadın?"

"Boş verin onu." diyerek konuyu dağıttım ve Jeongin''e döndüm. "Lan piçin evladı, daha neler saklıyorsunuz acaba?.." Bir kez daha tozu içime çektim ve bilincim uçup giderken yanımda kalan ve tanımadığım, yerde uzanmış uyuyan gencin omzuna doğru düştüm.

***

Omuzumun dürtülmesi ve göz kapaklarımın ardından aydınlanan yerle yavaş yavaş araladım gözlerimi. Neredeydim, nasıl gelmiştim buraya? En son parktaydım Jeongin ile birlikte ve şimdi karşımda ablam bana endişeyle bakarken perdeleri açan hizmetçi kadın camlarımı aralıyordu.

"Günaydın." dedi ablam canını sıkan bir şey olduğu sesinden belliydi. Yavaşça başımı kaldırdım ve ayaklarımı aşağı sarkıttım, aynadan üstümdekilerle karşılaştım. Dün giydiğim gömleğim ve pantolonum hala üstümdeydi ve saçlarım leş içindeydi. Gözlerimi sormayın bile...

"Kahvaltınızı buraya mı getirteyim Efendi yoksa aşağıda mı yaparsınız?" Hizmetçi neşeyle sorduğunda gözlerimi aynadan ayırmadan "Saat kaç?" diye sordum. Hizmetçi telefonundan saatine bakarken ablam ellerini dizlerime koydu ve ona bakmamı sağladı. "11.30 Efendi, Cumartesi bugün. Bay Jeongin'in söylediğine göre bugün fabrikaların denetlenmesi tamamlanmış ve sizin de bir gözden geçirmeniz gerekiyormuş."

"Hangi şirketlerin?" Hizmetçi bilmediğini omuzlarını kaldırıp indirerek gösterdi ve odadan çıktı. Kapı kapandığında ablam tek elini hızla kaldırdı sanki bana vuracakmış gibi ve ben ellerimi hemen yüzüme kaldırdım, bu artık refleks olmuştu.

"Bir daha uyuşturucu kullandığını görürsem Hyunjin, seni çok pis dövdürtürüm ve babamın dayakları bunun yanında çok hafif kalır." Derin bir nefes alıp bağırarak devam etti. "Anladın mı beni?!" Başımı salladım ve kapı tekrardan açılıp kapandığında ellerimi ağır ağır aşağı indirdim. Boş gözlerle camdan dışarıya bakmaya başladım ve gördüğüm tanıdık bir yüz ayağa kalkmama neden oldu. Jeon Jungkook'u, karşısındaki Kim Mafya Örgütü'nün elebaşının babasıyla konuşurken gördüm.

"Bunun burada ne işi var?.." Üzerime deri bir ceket geçirdim ve düğmeleri açık olan buruşuk gömleğimi ilikleyip odadan çıktım. Merdivenleri hızlı adımlarla inip evin yarım aralık duran kapısını açtım ve Bay Kim'le göz göze geldiğim gibi olduğum yere çivilendim. Jungkook da bana döndüğünde çatık kaşlarla onlara bakıyordum. Bay Kim, Jeon'a bir zarf uzattığında zarfın üzerindeki yazıyı okumaya çalıştım ancak bu uzaklıktan göremiyordum. Jeon zarfı alıp kendisini bekleyen araca binip uzaklaşırken Bay Kim'in bana eliyle gelmemi işaret etmesiyle adımlarımı attım ona doğru.

"Günaydın-" demesini umursamadan tekdüze bir ifadeyle konuştum. "Burada ne işin var?" Sinir bozucu kıkırtısını duyduğumda derin bir nefes aldım sakin kalabilmek için.

"Gördüğün gibi Jeon'la işim vardı. Taehyung yolladı beni, biliyorsun kendisi çok meşgul biri." Kaşlarımı kaldırdım ve alay edercesine konuştum. "Ya, ne demezsin... Ne verdin Jeon'a? O zarfta ne vardı? Sen söylemezsen ben gider kendim bulurum ve... inan bana o beyaz zarf kırmızı olur."

"Ah, tehdit mi ediyorsun?" Korkmuş bir ifadeye büründü ancak ciddi olmadığını biliyordum. "Sen kendini kim sanıyorsun, baban falan mı? Hayır şunu da anlamış değilim, baban o kadar uğraştı kendisi gibi ol diye ama sen yine de olmadın. Nasıl oldu bu?"

"Babam gibi salak olmadığımı, bir mafya liderine göre fazla detay ve mantık aradığımı mı düşünüyorsun?" Başını salladığında gerçekten de bir anlığına kendimi sorguladım ancak aklıma gelenle gülümsedim. "Babam bana bir şey anlatmadığı için olabilir mi? Hani benden nefret ediyordu ya, bunu en iyi sen biliyorsundur."

"Doğru... Kardeşimin ölümünden sorumlusun sen, Hyunjin."

"Bir bebeği nasıl böyle bir şeyden sorumlu tutabiliyorsunuz anlayamıyorum... Ayrıca," Kulağına yaklaştım ve kendi gözlerimle gördüğüm şeyden dolayı öğrendiğim o iğrenç ve mide bulandırıcı olayı fısıldadım...

"Yengemin babamla gizli ilişki yaşadığının bilincindeyim, Kim dayı ve inan bana... Senden daha çok babamdan zevk alıyordu o orospu karı. Belki oğlun bunu öğrenmek ister, hm? Ah ama dur, eğer öğrenirse iç savaş çıkmaz mı?"


Love of the MafiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin