Sarsıntıyla uyandığımda helikopterin inişe geçtiğini fark ettim. Gözlerimi kaldırıp Hyunjin'e baktım ve telefonuyla ilgilenirken bir yandan kulağında kulaklık birisiyle konuştuğunu gördüm. Ona baktığımı fark ettiğinde yüzünü çevirip gülümsedi ve bu gerçekliği sorgulamaya başladım.
Nasıl olmuştu? Buraya nasıl gelmiştik? Eskiden gülümsese kafasına sıkmamak için kendimi zor tutarken şimdi karşımda gülümsemesi nasıl oluyordu da bana güven ve sevgi hissettiriyordu?
Kulaklığı çıkartıp telefonunu kapattı ve omzumdaki elini çekti ki o an elinin omzumda olduğunu yeni idrak ediyordum. "Bir şey mi oldu?" Sorusuyla başımı iki yana salladım. "Neden öyle bakıyorsun?"
"Nasıl bakıyorum?"
"Kafan karışmış gibi... Kabus falan mı gördün?" Başımı tekrar iki yana sallayıp doğruldum. Helikopter çimenlik alana tam oturduğunda Hyunjin'in ardından ben de indim ve biz indikten hemen sonra helikopter tekrardan havalandı. Ben afallamış gözlerle etrafıma bakınırken olduğumuz adayı çözmeye çalışıyordum.
"Şaşırdın mı?" Eli belime değince irkilip geri adımladım istemeden. Kaşları çatıldığında tepenin biraz aşağısına doğru yürümeye başladım. Burası... düşündüğüm yer olamazdı değil mi? Burası Saint Helena olamazdı... değil mi?
"Burası Saint Helena." Diye mırıldandım. Hyunjin'in "Ne?" Diyen kısık sesiyle ona döndüm ve elimde olamadan kocaman bir kahkaha attım. Olduğum yerde zıplarken koşarak aşağıya, küçük kasabaya inmeye başladım.
"Felix! Lee Felix, araç gelecek beklememiz lazım!" Onu dinlemedim. Koşarak tepeden inerken dik yokuşla karşılaşmam durdurdu beni. Elimi sıkıca kavrayan eline döndüm ve gözlerine kaldırdım bakışlarını. "Burayı nereden biliyorsun?"
"Burası babamın uyuşturucuyu sattığı ilk yurtdışı yer! Burada çok fazla uyuşturucu var Hyunjin, yaşadık!" Benim gülmeme o da gülerken aklıma bir zamanlar madde kullandığımız için birbirimizle alay etmemiz geldi. Bu daha çok gülmeme neden olurken korna sesiyle arkasındaki araca baktım. Kocaman tekerlekleri olan bir araç bizi beklerken kucağa alınmamla küçük bir çığlık attım.
"Uzun bir süre benimlesin, Lee Felix."
"Bu gidişle sonsuza kadar seninleymişim gibi hissediyorum." Dememle gülerek başını iki yana salladı ve arabanın kapısı açıldığında beni oturtup hemen yanıma geçti.
"To the beach house across from the pirates cafe."(Korsanlar kafesinin karşısındaki sahil evine.) Hyunjin'in konuşmasıyla şoför başını salladı ve gurur duyar bir ifadeyle Hyunjin'e döndüm. "İngilizcen çok başarılı."
"Ah, sen Avustralyalıydın değil mi?" Başımı sallayıp geçtiğimiz yolları izlemeye başladım. Aslında yol dediğime bakmayın, tamamen çimenler arasında ortaya çıkan toprak bir yoldan ilerliyorduk ve buradaki ulaşım sıkıntısı geçmişim gibiydi. Bok gibi.
Bir saat sonra engebeli yollardan sahile ulaşmıştık. Gördüğüm birkaç kırılmış, ortadan ikiye ayrılmış ya da yelkenleri yırtılmış gemilerin yanından geçerek tamamen tahtadan yapılmış, krem rengi bez perdelerle süslenmiş küçük ama çok şık bir eve varmıştık. Evin bir kapısı yoktu hayır ama perdeler bir kapı görevini üstleniyordu. Buradaki tek sıkıntı herhangi bir korsanla karşılaşmamız olurdu.
"Burada mı kalacağız?" Sorduğum soruyla Hyunjin başını salladı ve arabadan inip elimi tuttu inmeme yardım etmek için. "İçeride yiyecek bir şeyler olmalı ancak yedek kıyafet var mıdır bilemiyorum. Burada alışveriş yapmamız için pis kokmalı, kirli olmalı ve gerektiğinden daha fazla kaba olmalıyız ki dikkat çekmeyelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love of the Mafia
Fanfictionİki ayrı mafya elebaşı: Hwang ve Lee. Birbirlerine küçüklükten beri düşman olarak büyüyen iki adamın savaşının ölümle sonuçlanmasının sonucu oğullarının onların yerine geçmesiyle başlayan yeni bir savaş. Travmalarla büyüyen, babalarının intikamını a...