Bazı anlar vardır; durursun, anlamazsın neler olmuş neler yaşanmış. Pili bitmek üzere olan bir saat gibi; hareket etmeye çalışırsın, çabalarsın doğru olan zamanı göstermek için. Yapamazsın.
Sana güç sağlayan şey tükenmiştir, bitmiştir. Seni, bir dakika ileri atmayı bırak bir saniye bile götüremez. Kalırsın olduğun yerde, olduğun zamanda. Kim ne derse desin bellidir. Bir zaman gösterirsin ve onu kimse değiştiremez.
İlk önce tükenmiş gücünün geri gelmesini beklersin, o geri geldiğinde ise doğru zamana ayarlanmayı. Sonra tekrar başlarsın çalışmaya bu defa kimse durduramaz seni. Saati geri almaya çalışırlar fakat saniyelerin durmamaya ant içmiş gibi akmaya devam eder. Zaman akıp geçer ama sen bir kere teklemezsin. Gücünü geri kazanmışsan kimsenin seni durduramadığı gibi sende kendini durduramazsın.
Bağlı olduğun şey, gücünün kaynağını sağladığın kimsedir. O kimse giderse tek kalırsın, hiç olursun. Unutursun çalışmayı, yeniden devam etmeyi. Kalırsın olduğun yerde, beklersin. Tekrar gelsin, seni ellerinden tutup yeniden kaldırsın diye beklersin.
Hastane koltuğunda oturmuş, zamanımı dans ettiğimiz salonda durdurmuş; gücümü tekrar geri kazanmayı, tekrardan çalışabilmeyi bekliyordum.
Önümden kaç doktor koşturdu geçti, yaralananlardan kaç kişi acile giriş yaptı, kaç polis kayda değer bir şeyler toplamaya çalıştı... Hiçbirini saymadım, sayamadım.
Ben sadece o anda takılı kaldım.
Gözlerinin gözlerimle temas kurduğu, dudaklarının dudaklarımdan ayrılmadığı, bedenlerimizin birbirinden destek aldığı o dans pistinde takılı kaldım.
Ellerimin arasında kanlı, müdahale için makasla ikiye ayrılmış ceketi dururken; kokusu burnumu sızlatırken, ben yanımda olduğu anda takılı kaldım.
Yaşadığım şokun etkisiyle ameliyathaneden çıkış yapan doktoru fark etmediğim gibi dizlerinin üzerine çökmüş, önümde duran Eda'yı da göremedim. Beni sarsıp kendime getirmeye çalışsa da başarılı olamadı.
Sadece gözlerimi kırpmaya, yaşadığıma dair tek tepkiyi vermeye devam ettim.
Sağlık görevlileri beni onun başından uzaklaştırırken, itfaiye ise müdahale etmeye çalışırken salonu kaplayan bağırışlarım; bir duvara çarpmış, etkisini yitirmiş ve bana geri dönmüştü. Kulaklarım kendi sesimle uğuldarken çevremdekilerin sesini algılamamıştım. Olanların büyüklüğünün farkına varamamıştım.
Şuan ise koluma giren hemşire ve Eda'ya mani olamıyordum. O kapının önünden ne kadar ayrılmamak istesem de kendimde değildim. Kendimde olmadığım gibi bunun bilincinde olup ortaya sıkışıp kalmıştım.
Sesler boğuk bir şekilde kulağıma ulaşırken algıladığım tek şey; üstümdeki kanın Hazar'a değil bana ait olduğunu anlamalarıydı.
Kan akışını hissederken dahi kımıldayamamıştım. Bitikliğimin bir diğer sebebi de kan kaybım sayılabilirdi ama en önemli sebebi olamazdı.
Onu koruyabileceğimi düşünmüştüm, hiçbir şey olamazmış gibi ondan uzaklaşmamıştım ve şimdi bir boşluktaydım. Her şeyin sorumlusunun bilincindeydim ve hala bir şey yapamıyordum. O kadar halsizdim ki ayaklarımın yerde sürüneceğini anlayan arkadaşım hızla bana bir tekerlekli sandalye ayarlamıştı.
Acildeki kalabalık yerine daha sakin bir bölümdeki sedyeye uzandığımda bunu arkadaşımın ayarladığının bilincindeydim. Kanıma karışan sakinleştirici gözlerimin kaymaya başlamasına neden olmuştu. O orada can çekişirken, burada böylesine cansız yatamazdım. Ne kadar dirensem de göz kapaklarıma mani olamadım ve kapanmasını engellemek adına elimden bir şey gelmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yedi Metre
General FictionBana yaptıkların, yaşattıkların o kadar ağır şeylerdi ki; sustum, hatta sesimi dahi çıkarmayacağım konumlara sürüklendim ama artık bitti. Senin tanıdığın Derin toz oldu, tarih oldu. Herhangi bir şey yaparsan sana eski Derin'i göstermekten çekinmem...