İstanbul'a dönmek için yola çıkmak üzereydik ve Eda oteldeki her şeyi toplamaya çalışıyordu.
"Oha kızım! O televizyonu hemen yerine koy." Yastıklara kadar her şeyi toplamıştı. Televizyonun fişlerini sökmeye başladığında onu da alacak sandım.
"Abartma be! O kadar da değil. Amaç elektrik gitmesin yani."
"Bak canım..." dedim ve toplamaya çalıştığım valizi bırakıp kapı ağzındaki ışıkların yanına gittim.
"Buradaki kart var ya... Heh işte bunu çıkardığında tüm elektrikler gidiyor zaten." dedim kartı yerinden çıkartıp geri takarken.
"Aaa! Geçen gün elektrikler kesik değil miydi?" diye sordu bu defa ve ben kahkahalara boğulmaya başladım.
"Elektrik kesilse bile bu kadar büyük otelin jeneratörü vardır herhalde." dedim ve valize sıkıştırdığı yastıkları çıkarmaya başladım.
"Bıraksana kızım! Bunları biz kullanalım diye verdiler." diye söylenmeye başladı Eda.
"Ama bunlar tekrar dezenfekte edilebiliyor Eda! Bırak artık şunu geç kalacağız. Ben sana daha güzelini alırım."
"Söz ver!" dedi parmağını bana doğru sallayarak.
"Söz!" dedim ve ikna olarak valizini boşalttı.
Son kez valizimi kontrol ettikten sonra biber gazını da en alta koydum. Kendimizi koruyabilmemize bile olanak tanımıyor, buldukları biber gazlarına el koyuyorlardı çünkü.
En son valizin ağzını kapadığımda her şey tamamdı.
**
Eda ile birlikte aşağı indiğimizde herkes hazır halde bekliyordu. Çıktığımız asansörün yan tarafındaki asansörden Hazar ve Kerim çıkınca, sadece bizi beklemedikleri için sevinmiştim.
"Acaba geri dönüp başka sabun var mı diye mi baksam?"
"Kafamı attırma da yürü hadi! Ne sabunmuş arkadaş." Kerim ve Hazar arasında dönen konuşma pek yabancı gelmemişti.
"Siz kardeş falan olabilir misiniz?" diye sordum Kerim ve Eda'ya.
"Allah korusun!" dedi Eda ve önden yürümeye başladı.
"Aman diyeyim ağzını hayrı aç! Benim çok başka planlarım var." dedi Kerim kulağıma doğru.
En azından biri inkar etmiyordu işte.
Hızla kızlardan odaların anahtarlarını toplayıp Toprak hocaya verdim ve o çıkış işlemlerini hallederken biz otobüse geçtik.
Herkes otobüse ilerlerken Hazar ve ben arkada durmuş herkes burada mı diye etrafı kontrol ediyorduk.
"Kolun nasıl oldu? Daha iyi mi?" bakışlarım refleks olarak koluma gitti. Çok kötü değildi ama dokununca acıyordu.
"Bir iki güne geçer herhalde."
"Sen yine de önemsemezlik yapma! En azından bir eczaneye falan göster." Turnuvada olmamız bile önemsemem için yeterliydi. Ama ona cevap vermedim. Kızarıklığın yerini alan morluklar sararmıştı. Yakında geçeceğe benziyordu.
Herkes otobüse yerleşirken erkekler anlaştığımız gibi en arkada oturacaktı. Ama ben elbette ki kendi yerimi veremezdim. O yüzden herkes ön kapıdan binerken Ahmet ağabeye işaret edip arka kapıyı açtırdım ve beşli koltuğun önündeki yeri kaptım. Hazar'da yanımda olduğundan ne yaptığımı anlayarak benim oturduğum yerin karşısındaki ikili koltuğa yerleşti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yedi Metre
Ficción GeneralBana yaptıkların, yaşattıkların o kadar ağır şeylerdi ki; sustum, hatta sesimi dahi çıkarmayacağım konumlara sürüklendim ama artık bitti. Senin tanıdığın Derin toz oldu, tarih oldu. Herhangi bir şey yaparsan sana eski Derin'i göstermekten çekinmem...