Hayat her zaman zor değildi fakat bazı anları öylesine acımasızdı ki seni her seferinde acımasızlığa hapsedip oradan ayrılmaman için elinde geleni yapıyordu.
Ruhunu bir şekilde canlı tutarken bedenini öldürüyordu.
Ruh ölmezdi, en azından yaşam esnasında. Ruhun ölümü demek bedenin de ölümü demekti. Dünyadan göçüp gitmen ve bir daha dönememendi fakat bedenin ölümü öyle değildi. Beden ölse de ruh bir şekilde yaşamaya devam ederdi. Sesleri duyardı, konuşurdu, cevap verirdi fakat artık istediğin gibi tepki vermeni sağlayamazdı.
Sevdiğin bir şeye emin adımlarla ilerlemek istesen de sevdiğin şeyin önüne çıkabilecek kötülüğü sana düşündürür ve adımlarını keserdi. Korkularından dolayı sana yaklaşmaya çalışanları iterdi. İstemediğin birçok tepki vermene neden olurdu.
Ruhun ölümü seni yaşatmazdı fakat bedenin ölümü seni süründürürdü.
Bir beden ölmüşse ruhta artık ayakta sayılmazdı. Orada bir yerdeydi fakat ona ulaşmak için bedeni yeniden canlandırman gerekirdi. Kalp atmayı bırakmasa da beyin komut vermeyi keserdi.
Mahkum olduğun hayat seni her geçen gün boğarken seni öldürmediğinde, sen suyun altında boğularak havasız kalıp ölmeyi dilerdin.
Göz kapaklarımı zorlukla da açamadığımda ölmeyi dilediğim anlardan biriydi.
Gözlerim kapalı olduğu her dakika aklıma doluşanlar, kâbusum olan o sapkınla yaşadıklarımdan başkası değildi. Gözlerimi daha fazla zorlamaya çalışıyordum fakat açamıyordum. Beynim bu komutu yerine getirmiyordu.
Bedenim ölmüştü ve ruhum hiçbir işe yaramıyordu.
Zihnim biraz da olsa pusundan uzaklaştığında etraftaki sesleri ilk boğuk bir şekilde, ardından çok net olarak duymaya başladım.
"Bana daha önce haber veremez miydiniz? Şu haline bakın! Benim arkadaşımın haline bakın! Orada öylesine yatarken ölüden farksız değil." Eda'nın sesini günler sonra duymak bile o kâbuslarımın geçtiği ormanın bir yerlerinde çiçeklerin açmasına sebep oldu.
"Ona bakamayacağım. Bu beni kahrediyor." dedi ve kapının kapanma sesi geldi. Bu kadar mı kötü gözüküyordum?
Elimin kaldırılıp, birinin yanağına yasladığını hissettiğimde titremeye başladım. "Derin," Hazar'ın korku dolu çıkan sesiyle bunu yapanın o olduğunu biliyordum fakat Tuna dokunuyormuş gibi hissetmeme engel olamıyordum.
"Nöbet geçiriyor, bırak onu!" Ağabeyimin sesini duyduğumda hızlı adımlarla odadan çıktığını anlamam uzun sürmedi. Doktor çağırmaya gitmiş olmalıydı.
Hazar yıkılmış gibi bir ses çıkarıp elimi bıraktı fakat yanımdan ayrılmadığını kesik kesik aldığı nefeslerden hissedebiliyordum.
"Sana ne yaptı böyle? Benim Derin'ime neler oluyor? Lütfen kendine gel! Beni bırakma, sana çok ihtiyacım var." Sözlerinin altındaki muhtaç ve çaresiz duyguyu hissettiğimde içimde bir şeyler koptu. Kendimi sakinleştirip onu endişelendirmemek istiyordum fakat bedenimin kontrolünü artık sağlayamıyordum. Ruhum da bunu yapabilecek güçte değildi.
Titremelerim şiddetlenirken adım sesleri çoğaldı ve yanıma yaklaşan birinin muhtemelen seruma karıştırdığı sıvının damarımda izlediği yolu hissettim. Saniyeler içinde zihnim yeniden puslanırken beni mahvettiklerinin farkında değillerdi. Beni tekrar korku dolu anlara hapsediyorlardı ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yedi Metre
General FictionBana yaptıkların, yaşattıkların o kadar ağır şeylerdi ki; sustum, hatta sesimi dahi çıkarmayacağım konumlara sürüklendim ama artık bitti. Senin tanıdığın Derin toz oldu, tarih oldu. Herhangi bir şey yaparsan sana eski Derin'i göstermekten çekinmem...