"ne? evlenme teklifi mi etti?"
"sen ne dedin peki?"
"umarım bir salaklık yapmamışsındır."
"beomgyu yapmaz."
"emin değilim, sevgilim."
"yapmazsın, değil mi beomgyu?"
sorguya çekilmiş gibi hissediyordum. bir yandan yeonjun, diğer yandan soobin beni sıkıştırıyordu. tenis maçı izler gibi bir sağa bir sola dönmekten boynum ağrımıştı. bunaldığımı fark edince aralarından kalkıp ayaklandım.
"düşünmem gerektiğini söyledim."
"ne?"
"ne?"
ikisi de aynı anda bağırınca korkmuştum. yerimden zıplayıp tekrar eski konumuma dönünce kızgınlıkla karışık şaşkın suratlara baktım.
"ne var? teklife evet demedim ki."
"hayır da demedin, beomgyu. çocuğa karşı bir şey hissetmiyorsun ama umut veriyorsun. yaptığın şey yanlış."
"umut vermiyorum, soobin. ona karşı boş olmadığımı hissediyorum."
"boş olmadığını mı hissediyorsun yoksa boşluğunu mu dolduruyorsun?"
soobin neden bu sıralar mantıklı konuşmaya başlamıştı? kurduğu her cümleden mantık akıyordu ve buna alışık değildim. bu durum canımı çok sıkmaya başlamıştı artık.
"evlilik çocuk oyuncağı değil, beomgyu. intikam için yapılacak bir şey hiç değil. bu yüzden dikkatlice düşünüp karar vermen lazım. mingyu'ya karşı hissettiğin şeyin adını koymadan teklifini kabul etme. hem kendi hayatını hem mingyu'nun hayatını hem de aeri'nin hayatını mahvedersin."
sessizce arkamdaki tekli koltuğa çöktüm. dirseklerimi dizlerime koyup kafamı avuçlarımın arasına aldım. kendimi çıkmazda gibi hissediyordum. her şey birbirine girmiş ve kaybolmuştum sanki. dengem şaşmıştı ve toparlayamıyordum dengemi.
"kızdığımı düşünebilirsin ama kızmıyorum. sadece hayatını mahvetmeni istemiyorum. sen benim dostumsun ve dostumu hırs yüzünden kaybetmek istemiyorum."
soobin, oturduğu yerden kalkıp yanıma gelmiş ve dizlerinin üstüne çökmüştü. kafamdaki ellerimi ellerinin arasına alıp konuştuğunda biraz daha iyi hissediyordum. bana kızmadığını ve hangi amaçla konuştuğunu biliyordum. onu yeterince tanıyordum.
"size sahip olduğum için çok şanslıyım. iyi ki varsınız."
soobin'in boynuna atladığımda güldüğünü hissettim. sarılmama hemen karşılık verdiğinde üstümde bir ağırlık hissettim. zar zor gördüğüm pembe tutamlardan yeonjun'un üstüme çıktığını anladım.
"akşam ne yapalım? bara mı gidelim yoksa sahile mi?"
yeonjun'un sorusuyla düşünmeye başladık. bara gidecek kadar enerjik hissetmiyordum kendimi. sahile gidip ateş yakmak, denizi ve yıldızları izlemek daha cazip geliyordu bana.
"sahile gidelim. uzun zamandır sahile gitmiyoruz."
"tamamdır o zaman. şimdi evlere dağılalım ve hazırlanalım. akşam yedide buluşuruz."
soobinle birlikte yeonjun'u onayladık. ikisini de yolculadıktan sonra odama çıkıp yatağıma uzandım. düşüncelerim yüzünden başım ağrımaya başlamıştı. bir saat kestirmek iyi gelebilirdi.
üzerimde hissettiğim garip ağırlıkla gözlerimi açtım. ağırlığın kaynağı olan bedene 'ne yapıyorsun?' der gibi baktım sadece. aniden açtığım gözlerimle irkilmiş, üzerimden kalkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cigarette on your lips {taegyu?}
Fanfiction"pişmanım, beomgyu. lütfen yaptığım hatayı telafi etmem için bir şans ver. seni geri istiyorum." "eski beomgyu olsaydı sana istediğin kadar şans verirdi ama eski beomgyu öldü. onu sen öldürdün, taehyun."