yaz tatili bitmişti. yeonjun ve soobin'in okulları benimkine göre erken başladığı için gitmek zorunda kalmışlardı. ben ise bir hafta daha buradaydım.
vedalaşmak bizim için çok zor olmuştu. uçak saatini beklerken yeonjun sürekli ağlayıp söylenmişti. soobin ise sevgilisini susturmaya çalışmış, susmayacağını anlayınca kendi haline bırakmıştı onu.
onları yolculadıktan sonra eve gelmiş odama kapatmıştım kendimi. evet, üzülmüştüm gittileri için ama odama kendimi bu yüzden kapatmamıştım. biraz düşünmem gerekiyordu.
şehre geri döndüğümde ne yapacağımı düşünmem gerekiyordu. eşyalarımın birazı taehyun'un evindeydi, çoğunlukla kitaplarım. onları almam gerekiyordu ama taehyunla muhattap olmak istemiyordum. bir şekilde halledebilirdim belki, bilmiyorum.
ayrıca mingyu vardı. yaptığı tekliften sonra neredeyse çok az görüşmüştük. yaptığı tekliften rahatsız olup olmadığımı sormuştu bir ara. rahatsız olmadığımı, sadece ikimizin de hayatını mahvedecek bir karar vermekten kaçındığımı söylemiştim. hâlâ cevabımı bekliyordu ve üzerimde garip bir baskı hissediyordum.
mingyu baskı yapmıyordu. aksine, istediğim zaman cevap verebileceğimi söylemişti. fakat sonsuza kadar bekleyemezdi, değil mi? bu yüzden bir an önce düşünüp karar vermem gerekiyordu.
uzandığım yatağımda rahatsızca hareket ettim. bir sağa döndüm bir sola, yine de rahat edemedim. böyle olmayacağını anlayınca ayaklandım. üzerime bir tane hırka geçirip odamdan çıktım.
"anne, ben yürüyüşe çıkıyorum."
"yemek yemeyecek misin oğlum?"
"aç değilim, siz yiyin."
annemin itirazlarını duymamazlıktan gelip evden çıktım. karşıya geçip sahil yoluna indim ve yürümeye başladım. nereye gidiyordum, ne yapacaktım bilmiyordum. evde durdukça düşüncelerim beni boğuyordu. belki biraz yürürsem zihnim açılır, diye düşünmüştüm.
"beomgyu?"
karşıma çıkan yapılı bedene öylece bakakaldım. terli vücudu ve spor giyinişine bakılırsa koşudan dönüyor olmalıydı.
"pek iyi görünmüyorsun, bir sorun mu var?"
mingyu söyleyene kadar iyi görünmediğimin farkında değildim. kafamı hayır anlamında iki yana sallasam da inanmış görünmüyordu. kolumdan tutup ilerideki bankların oraya doğru ilerlediğimizde sorunun ne olduğunu öğrenmeden beni bırakmayacağını anladım.
"anlat bakalım, canını sıkan şey ne?"
düşündüğüm her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmak ne kadar doğruydu, bilmiyordum. uzun zaman önce mantığımı kullanmayı bıraktığım için kalbimi dinlemiş ve her şeyi anlatmıştım. beni büyük bir sabır ve dikkatle dinlemişti.
"birkaç gün içinde şehre gideceğiz aeri ile, malum okulu başlıyor. istersen birlikte gidebiliriz. kitaplarını da dert etme, ben halledeceğim."
"sana da böyle çok fazla yük oluyor gibi hissediyorum. benim için bir şey yapmak zorunda değilsin mingyu."
"zorunda olduğum için yapmıyorum, istediğim için yapıyorum. şimdi söyle bana, şehre gidip beraber yaşamaya ne dersin?"
kabul etmeli miydim emin değildim. düşünmem gerek, diyip sürekli de çocuğu geçiştirmek istemiyordum. gerçekten çıkmaza girmiştim.
"bütün gün şirkette oluyorum, sadece pazar günleri aeri ile vakit geçirmek için şirkete gitmiyorum. inan bana rahatsız olacağın hiçbir şey yapmam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cigarette on your lips {taegyu?}
Fiksi Penggemar"pişmanım, beomgyu. lütfen yaptığım hatayı telafi etmem için bir şans ver. seni geri istiyorum." "eski beomgyu olsaydı sana istediğin kadar şans verirdi ama eski beomgyu öldü. onu sen öldürdün, taehyun."