yunan mitolojisine göre paris ve helen'in aşkı truva'nın düşüşüne neden olmuştur.
hikaye, truva prensi paris'in üç tanrıça arasından -hera, athena ve afrodit- en adil olanının hangisi olduğuna karar vermesi istendiğinde başlıyor.
paris, bu karar aşamasının sonunda afrodit'i seçiyor çünkü afrodit paris'e kendisini seçmesi durumunda dünyanın en güzel kadınını sunacağının sözünü veriyor.
dünyanın en güzel kadını olarak bahsedilen kadın, kral menelaus ile evli olan spartalı helendir. birkaç yıl sonra paris, helen'i almak üzere sparta'ya gidiyor ve bu durum truva savaşı'nın başlamasına neden oluyor.
savaş sonunda paris, ölümcül yaralar alıyor. helen ise sparta'ya, kocasının yanına dönüyor.
defterimi kapatıp hemen çekmeceme koydum ve kitledim. odamdan çıkıp kapıyı kapattım ve salona, bizimkilerin yanına gittim.
ben geldiğimde aralarındaki fısıldaşmalar kesilmişti. hepsi yüzlerindeki salak sırıtmalarla bana bakıyorlardı ve bu beni tedirgin etmişti.
"ne saklıyorsunuz benden?"
"hiçbir şey, bitanem. sadece sıkıldık ve akşam bir yerlere gidelim diye konuşuyorduk. ne dersin?"
"olur, gidelim ama kalabalık bir yer olmasın. biz bize olacağımız bir yer olsun."
üçü de birbirlerine bakıp güldüler. bir iş çevirdiklerini anlamıştım ama boşverdim. biraz daha bakıştıktan sonra hazırlanmak için kalktılar. taehyun eve uğrayacağını, akşam bizi almaya geleceğini söyledi. yanağıma küçük bir öpücük kondurup gitti.
yeonjun ve soobin ise odalarına gidip hazırlanmaya başladılar. ben de odama gidip dolabımdaki kıyafetlerle bakışmaya başladım. nereye gideceğimizi bilmediğim için ne giyeceğimi de bilmiyordum. yine aynı tarz giymeyi seçip kıyafetleri çıkardım dolabımdan.
"tanrım, neler yaratıyorsun böyle! gözlerim kamaştı resmen."
"yavşaklığı kes, jun. arkamdan iş çevirdiğinizi fark edebiliyorum."
"ne iş çevirmesi bitanem, olur mu öyle şey?"
yanıma yaklaşan sevimli bedeni görmezden gelip koltuğa attım kendimi. soobin'in hazırlanmasını bekliyorduk ikimiz de. sanki düğüne gidiyorduk!
"ben hazırım."
"sonunda!"
soobin'in gelmesiyle telefonumun çalması bir oldu. taehyun arıyordu. geldiğini, aşağıda bizi beklediğini söyledi. telefonu kapatıp hemen aşağı indik.
bugün herkes şık giyinmişti. özel bir gündü de benim mi haberim yoktu?
yeonjun ve soobin'in hayran bakışları arasında binmiştik arabaya. yarım saatlik bir yolculuğun sonunda sevimli bir kafeye geldiğimizde etrafa bakmıştım.
ağaç ev tarzında dizayn edilen kafenin sevimli bahçesinden geçtik. bahçedeki küçük ağaçlar, renkli ışıklarla kaplanmıştı. aynı renklerde olan puflar oldukça hoş bir hava katmıştı bahçeye.
içeri girdiğimizde doğa temalı bir kafe karşılıyordu bizi. tahta ve bitki ağırlıklı dizayn edilmiş kafe bol ışıklıydı. içerideki tahta masalar rengarenk boyanmış, sahte sarmaşıklarla çevrilmişti etrafları. tek duvarı tamamen kitaplık yapılmış olan kafe çok hoşuma gitmişti.
"burayı nasıl daha önce keşfedemedim?"
isyankar bir şekilde sorduğum soru ile taehyun'un hafif kıkırtısı kulaklarıma dolmuştu. cam kenarında boş olan bir masaya oturmuştuk. oturur oturmaz yanımıza gelen uzun, sevimli çocuk taehyun'a kocaman gülümsüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cigarette on your lips {taegyu?}
Fanfiction"pişmanım, beomgyu. lütfen yaptığım hatayı telafi etmem için bir şans ver. seni geri istiyorum." "eski beomgyu olsaydı sana istediğin kadar şans verirdi ama eski beomgyu öldü. onu sen öldürdün, taehyun."