dönem ödevlerimi bir parça kağıda yazmak için bile günlerce düşünüp ne yazacağıma karar vermeye çalışıyordum. şimdi ise sayfalarca bir kitap yazacaktım. konuyu bulmak benim için zordu.
sıkıntıyla nefes verip arkama yaslandım. tam o sırada odanın kapısı çalınmıştı. kısaca gel, dedikten sonra oturuşumu düzelttim.
"sevgilimin zihni açılsın, güzel bir kitap ortaya koysun diye onun için taze sıkılmış portakal suyu getirdim."
minnettar bir şekilde elindeki bardağı masama bırakan bedene baktım. yüzündeki gülümsemeyi görünce ben de gülümsedim ve dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum.
"nasıl gidiyor çalışmalar?"
"daha konuyu bile belirleyemedim. dönem sonuna kadar nasıl yetiştireceğimi bilmiyorum."
"bütün kalbimle yetiştireceğine ve güzel bir iş çıkaracağına inanıyorum sevgilim. konusunu şöyle yapsan, biyografini hikayeleştirip yazsan mesela? nasıl olur?"
yudumladığım portakal suyunu yutamamıştım. heyecandan ağzımdaki suyu yutmayı unutmuştum ve az kalsın boğulacaktım.
"tanrı aşkına, sen bir dahisin!"
gülümseyerek bana bakan bedenin boynuna atlamıştım tek kelimeyle. belimden kendine çekip sarılmama karşılık verdiğinde içimdeki heyecanı bastıramıyordum.
"bunu da hallettiğimize göre, seni yalnız bırakayım da çalışmaya başla."
dudaklarıma sevimli bir öpücük kondurup saçlarımı okşadı ve odadan çıktı. taslak için hemen bir şeyler karalamaya başladım. yavaş yavaş yazdıklarım hoşuma gitmeye başlayınca bilgisayarımı önüme çektim. ful odaklı bir şekilde aklımdakileri yazmaya başladım.
ne kadar süre öylece yazdım bilmiyorum. sonunda sırtım ağrımaya başlayınca ayağa kalkmam gerektiğini fark ettim.
çalışma odamdan çıkıp merdivenlerden aşağı indim. mingyu'ya o gece kitap yazmam gerektiğini söyleyip uyudum. sabah uyandığımda gelen tıkırtı sesleriyle gözlerimi açtım. mingyu yanımda yoktu, bu yüzden biraz panikleyip sesin geldiği yöne gittim.
düne kadar boş olan kocaman oda, çalışma odasına çevrilmişti. kocaman, içi dolu bir kitaplık -bu kitaplığın büyüklüğünü duvarı kapladığını söyleyerek ifade edebilirim-, geniş ve eski görünümlü bir çalışma masası, rahat ve tahta görünümlü bir koltuk, şömine ve karşısına konulmuş iki adet koltuk ve ortalarında tahta bir sehpa ve odayı kaplayan bolca bitki vardı.
mingyu'nun yanına yaklaştığımda neler olduğunu sordum. gülümseyerek beni kendine çekmiş ve rahatça çalışabilmem için boş odaların birini çalışma odam yapma kararı almış. artık bu adam için ne diyeceğimi bilemiyordum.
yüzümde kocaman gülümsemeyle aşağı indiğimde aeri kucağıma atladı. güzel kızın yanaklarına öpücükler kondururken küçük kıkırtılar bırakıyordu ortama.
"babacık, seni çok özledim."
"ben de seni özledim, prensesim. yemek yedin mi bakalım?"
"babam hazırlıyor. ben de seni çağırmak için yukarı çıkıyordum."
"geldiğime göre babana yardım etmeye gidelim mi?"
"olur!"
hâlâ kucağımda olan sevimli bedenle birlikte mutfağa girdik. işine çok odaklandığı için geldiğimizi fark etmeyen mingyu'yu korkutmak istesek de çok tehlikeli olabilirdi. bu yüzden mutfağa girer girmez aeri'nin sevinç çığlıkları yankılanmıştı.
"baba, biz geldik!"
"hoş geldiniz, güzellerim! yemek birazdan hazır olacak."
aeri'yi kucağımdan indirdiğim gibi babasına koştu. mingyu ise omzundaki havluyu eline alıp tezgaha fırlattı ve aeri'yi kucağına aldı.
"siz burada takılın, ben de masayı hazırlayayım."
mingyu beni kısaca onayladıktan sonra masaya götürmem gereken her şeyi götürdüm. yaklaşık on dakika sonra her şey hazır olduğunda pişen yemekler de gelmişti.
üçümüz de oturup yemeklerimizi yerken sohbet ediyorduk. eh, aeri konuşuyor biz de can kulağıyla dinliyorduk her zamanki gibi.
yarım saatin sonunda yemeklerimizi bitirdiğimizde hep birlikte masayı topladık ve bulaşıkları hallettik. işimiz bittiğinde bahçeye çıkmak istedi aeri. mingyu ile küçük kızı onayladıktan sonra bahçeye çıkmıştık.
kocaman ve yemyeşil bir bahçeydi burası. kocaman ağaçlar, küçük ama şekilli çalılar, kocaman bir havuz, barbekü alanı... kısacası her şey vardı kocaman bahçede.
aeri kocaman bahçede koşturup oyuncak evine girdiğinde biz de mingyu ile kahvelerimizi yudumlayarak aeri'yi izliyorduk.
bir ara gözlerimi kapatıp kafamı geri yasladım. hafif ılık esen rüzgar, çimen ve ağaçların taze kokusunu burnuma kadar getiriyordu. bu taze kokuya karışmış hafif toprak ve kahve kokusuyla yeniden doğmuş gibi hissediyordum.
"çalışman nasıl gidiyor, sevgilim?"
"gayet güzel gidiyor. aklımdakileri istediğim şekilde yazıya geçirebilirsem ve böyle devam edebilirsem dönem sonuna kadar yetiştiririm."
"çok sevindim, bitanem. sana her türlü destek olacağımı biliyorsun değil mi?"
"biliyorum ve sana minnettarım. benim için bir sürü şey yapıyorsun ve hakkını nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. yanımda olman yetiyor, deme sakın. sevgine karşılık görmeyi istersin sen de herkes gibi. ama sana bir sevgi sözcüğü bile söyleyemiyorum ve bu beni oldukça rahatsız ediyor."
konuştuğum süre boyunca beni bölmeden dinlemiş, sustuğumda ise elindeki kahve bardağını yere bırakıp beni kendine döndürmüştü. yaptığı hareketle afallasam da belli etmemeye çalıştım.
"evet, sevdiğim adamdan sevgi sözcükleri, en azından seni seviyorum, cümlesini duymayı çok istiyorum. ama biliyorsun ki sana zorla hiçbir şey yaptıramam. kendini hazır hissettiğinde söyleyeceğini biliyorum. benim için önemli olan senin rahatlığın ve huzurun, beomgyu. lütfen bunları düşünüp canını sıkma, olur mu?"
saçlarımı okşadığında gözlerimi kapattım ve hafifçe kafamı sallayıp onayladım. dudaklarımda hissettiğim yumuşak ve sıcaklıkla gülümsedim ve hemen karşılık verdim.
mingyu'nun beni koşulsuz sevmesi, özel alanlarıma saygı duyması, beni rahatsız edecek şeylerden kaçınması, mutlu olmam için her şeyi yapması... gerçekten yeniden doğmuşum gibi hissettiriyordu.
ona karşılık vermeyi istiyordum, hem de çok. sadece bir şeylerden emin olmam gerekiyordu. bazı şeylerle yüzleşip, kendi içimde bitirmem gerekiyordu ve bunu en hızlı şekilde yapmalıydım. mingyu bir süre sonra yorulur ve sürekli yüzüme vurur diye korkuyordum.
yüzüme vuracak biri olmadığını bilsem de her şeyi düşünmem gerekiyordu. enine boyuna, sağına soluna, önüne arkasına kadar her şeyi düşünmem gerekiyordu ki ileride 'neden?' diye sormayayım.
"sana bir şey söylemek istiyorum sevgilim ama kafanı karıştırmak istemiyorum."
"söyle bakalım."
"yavaştan şirket işlerini öğrenmek ister misin?"
taehyun'un şirketinde hissem olduğunu biliyordu. en başında her şeyi anlatmıştım mingyu'ya. kafamda kurduğum bir planım vardı ve bu plandan da haberdardı.
"isterim tabii. mezun olduktan sonra bir süre alanımda çalışmak istemiyorum. o sırada şirket işlerini öğrenirim ve işime çok yarar bu."
"o zaman istediğin bir zaman şirkete gidelim birlikte. hem ortamı görmüş olursun."
kafamla kısaca onayladım. birkaç yudum kalan kahvemi de içip bardağı yere bıraktım. gözlerimi gökyüzüne dikip yıldızları izlemeye başladım. yıldızların çokluğuna bakılırsa yarın güzel bir gün olacaktı.
"hayatıma girip beni mutlu ve huzurlu bir insan yaptığın için teşekkür ederim, mingyu. aeri ve sen benim şansımsınız."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
cigarette on your lips {taegyu?}
Fanfiction"pişmanım, beomgyu. lütfen yaptığım hatayı telafi etmem için bir şans ver. seni geri istiyorum." "eski beomgyu olsaydı sana istediğin kadar şans verirdi ama eski beomgyu öldü. onu sen öldürdün, taehyun."